Genel Kurul Toplantısına Çağrı

İmece Dostluk Dayanışma Derneği (İmece-Der) in  9. Olağan Genel Kurulu’na Çağrımızdır.
Üye ve Dostlarımıza Duyurulur.

Derneğimiz’in 9. Olağan Genel Kurul’u aşağıdaki gündemle 13 Aralık 2025
Cumartesi günü saat 13.30 te Derneğimiz binasında (859 Sokak. Vatan İşhanı Kat:6/
601 Konak-İzmir )  toplanacaktır. Çoğunluğun  sağlanamaması durumunda 20 Aralık
2025 Cumartesi günü yine 13.30 da, çoğunluk aranmaksızın katılımcı üyelerimizle
Derneğimiz’ de gerçekleşecektir.
Katılımınız değerlidir. Bilgi ve ilginize iletiriz. Sevgi ve Dostlukla
İmece-Der Yönetim Kurulu.

İmece-Der 9. Olağan Genel Kurulu Gündemi
1-Açılış; saygı duruşu ve Divan Kurulu seçimi.
2-Gündemin okunması, onaylanması
3-2023-2025 Çalışma Dönemi Çalışma Raporunun sunumu
4-Çalışma Raporu üzerine görüşme.
5-Denetim Kurulu Raporunun sunumu ve Değerlendirmesi
6-Mali Raporun sunumu
7-Raporların İbrası
8- Organların Seçimi
9- Görüş ve Öneriler, dilekler.

YENİ DÖNEM ÖĞRENİM KATKI BURSU DUYURUSU

ÖĞRENİME KATKI BURSU DUYURUSU

2025-2026 Öğrenim Yılı “Öğrenime Katkı Bursu” için başvurular  25 Ağustos’ta başlayacak  10 Eylül de sona erecektir.

İzmir’de ikamet eden ya da bu ilde öğrenim görecek olup ta başvuracak olanların saat 13.00-15.30 saatleri arasında Derneğimize bizzat gelerek form doldurmaları gerekmektedir.

Bu iller dışından başvurular internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu.

İmece Dostluk Dayanışma Derneği (İmece-Der)

859 Sokak Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

www.imece-der.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri

Devam ettiğiniz ya da mezun olduğunuz lisenin
Adı:
İl ve İlçesi:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dershaneye devam ettiniz mi?

Bazı derslerden özel ders aldınız mı?
Dershanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Üniversite ve Fakülte Adı:

Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Devam edeceğiniz okulun bulunduğu

İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile    Yurt      Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu:
Beraberler      Boşanmış      Baba vefat     Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı, soy adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK    ES    Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba     Anne    Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor musunuz?
Alıyorsanız nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa kurum adı ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı (kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb  var mı?

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:

Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf, watsapp, signal  kullanıp kullanmadığınız; varsa;

E-posta…vb adresiniz:
Cep Tlf No:

İmece-Der’ i tanıyor musunuz, tanıyorsanız nereden?

İmece-Der’e ilk başvurunuz mu?

Bize ulaşmanıza vesile olanlar ( burs alanlar, aileniz, akrabanız, internet taraması..)

Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:

Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):

Verdiğim bilgiler bilgilerin tam ve doğrudur; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.

Tarih

İsim Soy isim

 

İmza

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu Şubeleri:Bayraklı Şehir Hastanesindeki yaşanan sorunlarla ilgili taleplerini açıkladı.

 

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu şubeleri,  Bayraklı Şehir Hastanesi’nde yaşanan sorunlara ilişkin sendikanın 1 Nolu Şubesinde basın toplantısı gerçekleştirdi. SES İzmir 2 No’lu Şube Eşbaşkanı Başak Edge Gürkan basın metnini okudu.

 

“BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği gibi Bayraklı Şehir Hastanesi de diğer şehir hastaneleri gibi Sağlıkta Dönüşüm Programının bir parçası olan Kamu Özel Ortaklığı Kanununa dayanan Yap-İşlet-Devret modeliyle açıldı.

Şehir Hastanesinin açılmasının ardından başlayan “Sağlık sistemi çöktü” isyanları hem sağlık emekçileri hem de sağlık hizmetine ulaşmaya çalışan vatandaşlar için her geçen gün büyümektedir.

Bilindiği gibi kamu kaynaklarının özel şirketlere aktarılması amacıyla hazine arazilerinin yapımcı şirkete bedelsiz devri, yurt içi ve yurt dışı finans kuruluşlarından hazine garantili kredi imkanları da sağlanarak, yapımı tamamlandıktan sonra Sağlık Bakanlığı tarafından %70 doluluk kapasitesi garanti edilerek, 25-49 yıllığına kiralanmakta; hastaneyi yapan şirket inşaattan kar ederken, yıllardır sağlıkta reform söylemleriyle kamudan koparılmaya çalışılan sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi toplum sağlığında ciddi yaralar açmaktadır. Giderek zorlaşan çalışma koşulları altında ezilen sağlık emekçileri hizmet üretemez hale gelmekte, hastalar randevu alamamakta, ameliyatlar yapılamazken yoğun bakımlarda yer bulunamamaktadır.

Yurtdışına gidenler, istifa edenler, intihar edenler, hasta veya yakını tarafından şiddete uğrayanlar, geçinemediği için ek iş yapanlar, kötü çalışma koşullarına bağlı artan akut ya da kronik fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar, evde bakımlarından sorumlu oldukları çocukları ya da yaşlılarıyla ilgilenemeyen sağlık emekçileri olarak bozulan halk sağlığının merkezinde yer almaktayız.

Yeni varyantlarıyla devam eden pandeminin süren kalıcı etkileri ise tartışılamaz.

İzmir öznelinde baktığımızda Bayraklı Şehir Hastanesinin açılması ile beraber Şehir Hastanesine taşınan hastanelerde ameliyathane, poliklinik ve bazı kliniklerin kapanması, personel, malzeme ve yatak yetersizliği vb sorunlar kriz haline gelirken, diğer hastanelerde de hasta başvurularının ve yatışların artması nedeniyle artan iş yükü kaosa dönüşmüştür.

Şehir Hastanesi açılması sürecinde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası 1 ve 2 Nolu Şubeler olarak İzmir İl Sağlık Müdürlüğü ile görüşmelerimizde “kapanacak hastane var mı? Personel istihdamı çözüldü mü?” gibi sorularımız hep “sorun yok” şeklinde yanıtlanmıştı. Oysa Ocak dönemi il dışı tayin münhal kadrolarında şehir hastanesine 500 hemşire kadrosu açılmıştır. Soruyoruz, bir hastane bu kadar yüksek hemşire ihtiyacı varken nasıl açılmıştır?

Ne yazık ki hiç kimsenin hiçbir şey bilmediğini, liyakatsizliğin diz boyu olduğunu, Şehir Hastanesinin inşaatını yapan şirkete acilen para aktarmak için açıldığını, diğer hastaneleri kapatmasalar da işlevsizleştirdiklerini, vatandaşın sağlık hizmetine ulaşamamasının umurlarında olmadığını yaşayarak görmekteyiz.

Şehir hastanesinin açılabilmesi için il genelinde tüm hastanelerden idarelere dahi sormadan görevlendirmeler yapılmış, şehir hastanesinin açılması uğruna diğer hastaneler işlemez hale getirilmiştir. Görevlendirmeler sebebiyle tüm hastanelerde personel yetersizliği artmış, nöbet listeleri dönmeyince de ya aylık nöbet sayıları bir insanın çalışabileceğinden çok sayılara çekilmiş (bazı hastanelerde ayda 10-11 nöbet) ya da nöbetçi ekipteki kişi sayıları düşürülmüştür ve aynı hizmetin devam etmesi istenmiştir. Buna bağlı olarak sağlık emekçilerine daha fazla angarya çalışma yüklendiği gibi aynı zaman da diğer hastanelere başvuran hastalar için sağlık hizmeti de aksamaktadır.

Geçici görevlendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı bilinmemektedir. Bir gece sosyal medya üzerinden personel görevlendirildiğini öğrenmiş ve yazılı bir tebligat yapılmadan şehir hastanesinde başlaması istenmiştir. 2 aylık sürenin sonunda rotasyon şeklinde geçici görevlendirilenin değişmesi gerekirken görevlendirmeler keyfi şekilde uzatılmıştır. Bazı görevlendirmelerin iptal edildiği, bazı görevlendirmelerin kişinin rızası olmadan uzatıldığı bilgisi tarafımıza gelmiş olup geçici görevlendirmeler yapılırken hangi kurala göre yapıldığını da İl Sağlık Müdürlüğüne soruyoruz.

Yandaş sendika görevlendirmeleri kendine üye yapmak için kullanmaktadır ve İl Sağlık Müdürlüğünün buna göz yumduğu bilinen bir gerçektir. Özel olarak Sağlık-Sen yöneticisinin tayinini şehir hastanesine çıkarttırdığı ve orda şube kurma çalışmalarında görevlendirdiği veya görevlendirmesinin iptal edilmesi için Sağlık Sen e üye olmasının istendiği duyumlar arasındadır.

Son duruma bakarsak; İl Sağlık Müdürlüğü şehir hastanelerine geçici görevlendirme yaparken hastanelere danışmadan yapmış, normalde rotasyon ile geçici göreve gidilmesi gerekirken bölümlerden daha önce görevlendirme yapılmış olanların görevlendirmeleri uzatılmıştır. Aynı zamanda şehir hastanesi idarecileri iş bilmezlikleri yüzünden hekime muayeneye çıkan çalışanlardan doğrudan istirahat raporu istemektedir.

Çok sayıda asistan hekimin Şehir Hastanesine görevlendirilmesi hekim eksikliği yarattığı gibi uzmanlık eğitimi almalarına engel olunmaktadır. Mevcut hastanesinde devam eden asistan hekimler açısından da pek çok öğretim üyesinin hastanelerden ayrılmış olması sebebiyle yine eğitim alacakları hoca kalmamıştır.

Tüm bu değerlendirmelerle beraber en öne çıkan sorunlardan biri acil servislerde yaşanan sorunlardır. Poliklinik randevusu alamayan hastalar acillerde yığılmaktadır. Ayrıca acilde yetkili hekim sayısı ve sağlık emekçileri sayısı son derece yetersizdir.

Sonuç olarak, gerek Şehir Hastanesinde gerekse de görevlendirme yapılan diğer hastanelerdeki sağlık emekçileri huzursuz, klinikler tam olarak açılmadığı için mesaiye hangi klinikte başlayacaklarını bilmeden çalışmaktalar.

Bütün bu olumsuz koşulların sağlık emekçilerine yönelik şiddeti artıran etkenlerden olduğu da unutulmamalıdır.

Ek olarak, hemşire sayısındaki eksikliklerle artan hemşire sorunları 24 saatlik nöbetleri dayatmaktadır. Bu koşullarda 24 saatlik nöbet tutturulması baskı, mobing ve şiddetin bir örneğidir. Yoğun bakımlarda yer olmaması nedeniyle kliniklerde yoğun bakım izlenmesi, kemoterapi ve benzeri özellikli ve riskli tedavilerin klinik ortamlarında yapılması ne hemşireler ne de hastalar için uygun değildir.

Uzun yemek kuyrukları, yemeklerin niteliksizliği, menülerin besleyici ve doyurucu olmaması ve de yemeklerden sık sık metal ya da böcek vs gibi yabancı maddelerin çıkması sorunları da her hastanede yaşanan ortak sorunlardandır. Mutfak, yemekhane hizmetlerinin taşeronlara devredilmesi ve çalışanların sağlığının önemsenmemesinin yol açtığı bu sorunlar sağlık emekçilerinin ve hastaların  sadece sağlığını bozmakla kalmamakta değersiz ve tükenmiş hissetmesine neden olmakta, ayrıca ya evden yemek getirmek ya da sürekli dışarıdan yemek sipariş etmek zorunda kalınması ekonomik yük getirmektedir.

Hastaneler borçları nedeniyle ihalelere girememekte cihaz bakımları yapılamamakta, bozulan cihazların tamiri ya da değişimi sağlanmamaktadır. Bu durumlar hem çalışanların iş yükünü artırmakta hem de hastaların teşhis ve tedavisi gecikmekte ya da özel merkezlere yönelmektedirler.

Sağlık emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük haklarının korunabilmesi ve geliştirilmesi ile birlikte  çalışma koşullarının düzeltilmesi ve de vatandaşın nitelikli ulaşılabilir sağlık hizmeti alabilmesi için  taleplerimizi bir kere daha yinelerken tüm sağlık ve meslek örgütlerini ortak mücadeleyi birlikte örgütlemeye çağırıyoruz

TALEPLERİMİZ

  • TÜM HASTANELER İÇİN PERONEL SAYISININ ARTIRILMASI, ATAMA BEKLEYEN SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ATAMASININ BİR AN ÖNCE YAPILMASI
  • 24 SAATLİK NÖBETLERİN VE 5 GECE NÖBETİNDEN FAZLA ÇALIŞMANIN YASAKLANMASI
  • SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ÇALIŞMA ALANLARININ DÜZENLENMESİ, NÖBET SÜRELERİNİN, NÖBETÇİ EKİPTEKİ KİŞİ SAYILARININ VE NÖBET SAYILARININ ÇALIŞILAN BİRİMİN İHTİYAÇLARINA UYGUN BİÇİMDE, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞINI GÖZETEREK PLANLANMASI
  • İL GENELİNDE HİÇBİR HASTANENİN KAPATILMAMASI, KAPATILAN BÖLÜMLERİN YENİDEN AÇILMASI
  • GÖNÜLLÜ PERSONEL HARİCİ ZORUNLU GÖREVLENDİRMELERİN DERHAL DURDURULMASI, GÖREVLENDİRMELERİN MUTKLAKA YAZILI OLARAK YAPILMASI
  • VAROLAN HASTANELERDE Kİ GİRİŞİMSEL İŞLEMLERİN YAPILDIĞI BİRİM VE AMELİYAT MASALARININ AZALTILMAMASI, YETERLİ SAYIDA OLMASININ SAĞLANMASI
  • BAŞTA ŞEHİR HASTANESİNE OLMAK ÜZERE ÇALIŞAN PERSONELİN ULAŞIM SORUNUN ÇÖZÜLMESİ, ÜCRETSİZ SERVİSLER KONULMASI
  • HASTALARIN SAĞLIK HİZMETİNE ULAŞMADA YAŞADIĞI MAĞDURİYETLERİN GİDERİLMESİ
  • 7/24 HİZMET VERECEK ÜCRETSİZ KREŞ SAĞLANMASI
  • NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETİ VERİLEBİLMESİ İÇİN MALZEME VB. EKSİKLİKLERİN GİDERİLMESİ
  • TÜM MESAİ SAATLERİ İÇİN GÜVENLİK SAĞLANMASI, ŞİDDETE YÖNELİK ÖNLEMLERİN ALINMASI”

Anayasa Mahkemesi Kararına uyulsun Can Atalay Serbest Bırakılsın

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay Kararı  uygulanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi, Hatay milletvekili Can Atalay’ın, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ile “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının” ikinci kez ihlal edildiğine ve tahliyesine hükmetmişti.

Anayasa Türkiye Cumhuriyetinin temel yasasıdır. Anayasanın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Ama hayır, Anayasa Mahkemesi Kararları, Ceza mahkemesini ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni bağlamıyormuş. “AYM’nin kararının hukuki değeri yok” muş.

Hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. Burjuva hukukunun kurallarını burjuvazi sınıf olarak kendisi koymuştur. Burjuva kapitalist düzen meşruiyetini ve hukuksallığını  yasal düzenlemelerden alır.  Her üretim biçiminde olduğu gibi kapitalist üretim biçimi de  kendine özgü hukuku ve  kurumlarını oluşturmuştur. Hukuk, burjuvazinin yani güçlü sınıfın hukudur, onu güvenceye alır.

Burjuva hukukun temel kaidesi, yargı ve yargıç bağımsızlığıdır. Yargıçların bağımsızlığı, yargıçların  yürütme ve yasama organlarına bağlı olmamasını , yasama, yürütmenin ve  idarenin yargıçlara emir ve talimat vermemeleri ya da tavsiyede bulunmamaları; yargıç bağımsızlığı, yargıcın karar verirken hukuka ve yasalara bağlı olarak  hiçbir dış baskı ve tesir altında bırakılmaması anlamına gelmektedir.  Yargıca baskı yapılması olasılığının bulunması dahi yargıcın bağımsızlığını zedeler, kararların objektif ve tarafsız olmasına gölge düşürür.

AYM’nin kararı ile ilgili olarak AKP-MHP iktidarı temsilcilerinin açıklamaları ise şöyledir:

 Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi.”…,“Anayasa Mahkemesi adalet ve hukuk düzenin safrası ve sancısıdır.”… “Kafası zehirlenmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hatırlatırım ki  Türkiye’de kuvvetler ayrımı netleşmiş, aralarındaki sınır çizgileri kalınlaştırılmıştır. Dahası yargı bağımsızlığının yanı sıra tarafsızlığı da anayasal hüviyet kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı zillet ittifakının yüksek yargıya yuvalanmış hastalıklı koludur.” ..” Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan  objektifliğini ve tarafsızlığını kaybetmiştir”…. ..”Türk devleti ile uğraşma, cesaretin varsa Kandile git.”  

Siyasi iktidar böylelikle Yargıtayı siyasal niteliği ve çıkarları doğrultusunda  yönlendirmiş, yargı bağımsızlığını ve yargıç güvenliğini ortadan kaldırmıştır.

Siyasi demokrasi ve özgürlüklerin güvence altında olmadığı koşullarda siyasi iktidarlar burjuva kapitalist düzende yürürlükteki hukuki kurallara ve yasalara uymayı  tercih etmemekte ve kendi sınıf ve iktidar çıkarlarına uygun olarak hukuk kurumlarına ayar verebilmektedir. Kendi karakterine  uygun “siyasal hukuku”nu  yargıda etkin duruma getirerek fiili olarak  faşist-gerici politik  uygulamalarını yaşama geçirmeye çalışmaktadır.

 Ülkemizde de siyasi iktidar ve ilgili bakanlık yetkilileri hukuk ve adaletin mevcut normlarına göre uygulanmasını değil,  fiilin hukuk dışı da olsa uygulanmasını,  ilgili mevzuatın yasal değişiklik ve kararnamelerle sonradan oluşturulabileceğini defalarca ifade etmiştir. Ne yazık ki adli ve idari merciler de konumları, makamlarını koruma uğruna hukuk ve normlarını uygulamaktan imtina etmişlerdir.

 Siyasi iktidar “Başkanlık” sisteminde edindiği yetkileri mevcut anayasa hükümlerine, hukuk normlarına aykırı olarak ya da yeni yasaları “torba yasa” kapsamına alarak kullanmakta, fiili olarak yeni bir yasa devleti dizaynetme adımlarını atmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, çevre konusunda idare mahkemelerinin kararlarını uygulamayarak yurttaşların yaşam alanlarını ortadan kaldırmakta;  KHK ile görevden alınan kişilerin iade kararlarına karşın göreve dönmelerini engelleyerek ya da geciktirerek ilgili mahkemelerin aldığı kararları tanımama yoluna gitmektedirler.  Yerel yönetimlerde siyasal muhaliflerini halkın iradesiyle seçilmiş olmalarına karşın görevden alarak yerlerine kayyımlar atayarak bunu gerçekleştirdiklerine yıllardır tanık olmuştuk.  Böylelikle seçme ve seçilme hukuku normlarına aykırı olarak idari pratik mevcut hukuksal burjuva normları da tanımamış, tasfiye etmiştir.

Bu hukuksuzluk adaletsizlik yolu terk edilmelidir.  Yargı üzerindeki baskı ve politik müdahalelerden vaz geçilmelidir.  Yargı, anayasa hükümlerine, uluslararası hukuk ilkelerine ve normlarına uyulmalı ve uygulanmalıdır. Anayasa Yüksek Mahkemesi’nin kararlarına zaman geçirmeksizin uyulmalı; Hatay halkının seçme iradesi olan Milletvekili Can Atalay derhal serbest bırakılmalıdır.

İmece Dostluk

 

Yaşasın 1 Mayıs-Bıji 1 Gulan

 İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar,

1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür.

1 Mayıs, bütün dünyada işçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin fabrikada, işletmede, tarlada, yaşamın her alanında, meydanları mücadele isteği, coşkuyla ile doldurduğu gündür.

1 Mayıs işçi sınıfının “Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından, Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından, Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir” marşıyla alanlara yürüdüğü   “ Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”  olsun diye ileri atıldığı bir gündür..

1 Mayıs,  dünya proleteryasının “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”  şiarını yükselttikleri, bir gündür.

1 Mayıs faşist diktatörlüğün zorbalığına, sermayenin amansız sömürüsüne, işsizliğe, yoksulluğa, pahalılığa, güvencesizliğe karşı mücadele günüdür.

1 Mayıs, bütün ülkelerin işçilerinin, sermayeye, faşizme, ırkçılığa, ulusal baskı ve zorbalığa, doğanın talan edilmesine ve çevre katliamına karşı birlik, mücadele, dayanışma günüdür.

1 Mayıs dünya proleteryasının  tekelci kapitalistlerin emperyalist paylaşım savaşlarına, savaş kışkırtıcılığına, siyasal- ekonomik yayılma ve güç tesis etmek üzere  ülkelerin işgaline karşı ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin  bayrağını yükselttiği gündür.

Günümüzde Emperyalist büyük güçler dünyanın çeşitli bölgelerinde paylaşım savaşlarını sürdürüyor. Ukrayna’daki savaş, egemenlik ve paylaşım savaşıdır. Ukrayna savaşı emperyalist, gerici haksız bir savaştır. Ukrayna’da Rusya işgaline karşı çıktığımız kadar, devletin  sınır ötesi harekatlarına da  NATO’nun Rusya- Ukrayna savaşı bahanesiyle olası müdahalesine de savaş taktiklerine de karşıyız.

Emperyalizmin dönem dönem ağırlaşan krizine,  krizden çıkmak için saldırganlığına, halklar arasındaki farklılıkları kışkırtarak yaratmak istediği  düşmanlıklara karşı çıkıyoruz. Kapitalizmin insanı değil kârı esas alan barbarlığına, azgın sömürüsüne, çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna karşı, başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissediyor, istiyor ve düşlüyor.

Kapitalizm yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya rüya değildir. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin ömrü sonsuz olamaz.. Yalnız sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanabilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında eşit, özgür bir Türkiye’yi kurabilir ve bu, bizler istersek mümkündür.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma mutlaka kazanacak!

İşçi sınıfı ve emekçiler zorunlu olarak çalıştıkları fabrikalar ve işyerleri başta olmak üzere bu 1 Mayıs’ ta haklı taleplerini haykıracaklar!  Talepleri hepimizin talepleridir; bizler de bulunduğumuz yer ve koşullara uygun olarak bu taleplere sahip çıkıyoruz, çıkacağız.

Her yer,  her alan 1 Mayıs!

Kapitalizme ve Faşizme Hayır!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Birliği, Mücadelesi, Dayanışması!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Eşitliği- Kardeşliği!

Bıji 1 Gulan

Yaşasın 1 Mayıs

 

Öğrenime Katkı Burs Duyurusu

2021-2022 Öğrenim Yılı “Öğrenci Katkı Bursu” için başvuru 02-24 Eylül tarihleri arasında internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu

Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri
Devam ettiğiniz Lisenin
Adı:
İlçesi:
Bitirdiğiniz Lisenin Adı:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dersaneye devam ettiniz mi?
Dersanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Okulun Adı:
Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Okulunuzun Bulunduğu İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile   Yurt    Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu
Beraberler    Boşanmış    Baba vefat    Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK   ES   Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba   Anne   Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor mu?
Alıyorsa nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa isim ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı(kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb.

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:
Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf,  watsapp kullanıp kullanmadığınız;
Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

E-posta Adresiniz:
Cep Tlf No:
Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:
İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):
Verdiğim bilgilerin doğruluğunu; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.
Saygılarımla..

İsim Soy isim
İmza Tarih

Saygılarımla..

 

*Bursa hak kazanan öğrenciler 8 Ekimde belirlenmiş olacak ve cep msj yoluyla öğrenciye iletilecektir.

Burs alan her öğrencinin her dönem sonu transkripini Kurumumuza iletmesi; formdaki bilgilerde değişiklik olması durumunda bir hafta içerisinde Kurumumuzu bilgilendirmesi gerekmektedir.

İlk ödeme Ekim 2021 üçüncü hafta sonunda olup, haziran dahil her ayın üçüncü haftası yapılacaktır.

 

 

1 Mayısa Doğru

Covid-19 Virüsünün dünyadaki tüm insanları etkilediği ve yeni yaşam biçimleri ürettiği koşularda, 1 Mayıs yaklaşıyor. Ülkemizde işçi sınıfı ve tüm emekçiler fabrikalarda, işyerlerinde, tarlalarda üretmeye devam ediyorlar. Tekeci burjuvazinin temsilcisi, egemen sınıflar 65 yaş üstü ve 20 yaşa kadar olan insanlara sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak bu yasaklama 20 yaş grubundaki işçiler, emekçiler ve tarım işçisi gençler için geçerli değil..Onlar çalışmaya ve üretmeye devam edecek. Yaş skalası açısından, üreten işçiler emekçiler fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda yaşamın her alanında, her gün yeniden üretmeye devam edecekler.

Kapitalizm ve devlet, Covid-19 virüsün yayılmasını önleyecek en önemli tedbirlerin başında gelen “Kişiler arasında fiziki teması kesme” kuralını fabrikalar, işletmeler ve tarlalarda uygulamamaktadır; İşçi sınıfının, emekçilerin ve onların ailelerinin sağlığı değil kapitalistlerin karı ve sermayelerini koruyup büyütmeleri önemlidir. İtalya, İspanya, Fransa, ABD, İngiltere’de de üretim durdurulmadığı için virüs çok yayılmıştır ve bugün on binlerce insanın yaşamını yitireceği beklenmektedir. 1 Mayısa doğru İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin talebi, çalışması zorunlu olan işletmeler dışındaki tüm fabrika işletme ve işyerlerinde çalışmanın durdurulmasıdır.

Ülkemizde 11 Marttan bu yana görülen Covid-19 virüs salgını koşullarında kapitalizm ve devlet, işçilere ve emekçilere çalışmayı-üretmeyi dayatmıştır. Alınan önlemler yetersizdir, üretim ve çalışma yaşamı sürmektedir; bu nedenle salgının ivmesi artmıştır. Bilim çevreleri önümüzdeki iki aylık süreçte yeterli önlemlerin uygulanmasını zorunlu görmektedir. İktidar geç kalmıştır, önlemleri yetersizdir ve salgının gerisinden gelmektedir.

1 Mayısa doğru kapitalizmin ve devletin milyonlarca emekçi üzerindeki her türlü sömürüsüne, baskısına karşı mücadele ve dayanışma; düşük ücretlere, sendikalaşma ve sendika seçme hakkına dönük işten çıkarmalara, baskı, moobinge karşı güçlerini birleştirme çabasıyla bütünleşmiştir. Bu mücadele aynı zamanda, işçi sağlığı için güncel olarak Covid-19 a karşı gerekli önlemlerin alınmasıdır. Fabrikalarda, işletmelerde, işyerlerinde üretimin durdurulması istenmektedir. İşçilerin, emekçilerin ve ailelerinin sağlıklı kalmaları için üretimin durdurulması şiarı bir çok fabrikada, işletmede, işçiler, emekçiler sendikalar, meslek örgütleri, tıp ve bilim çevrelerince zorunlu görülmektedir. Siyasi iktidar ise işçilerin, emekçilerin ve sendikaların meslek örgütlerinin ve bilim insanlarının sesine kulaklarını tıkamıştır.

Covid-19 salgını koşullarında da sermaye fabrikalarda, tarlalarda işçileri örgütsüz, sendikasız olarak düşük ücretle çalıştırıyor. İşçi, emekçi havzaları işçi cehennemine dönüşmüş; sigortasız, sendikasız, uzun çalışma saatleri içerisinde milyonlarca işçi neredeyse köleleştirilmiş durumdadır. Covid-19 salgınını engellemenin ve milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını kurtarmanın yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin güçlerini birleştirmesi ve mücadelesiyle mümkündür. Siyasi iktidar ve sermaye grupları, işçi sınıfının, emekçilerin ve bilim çevrelerinin haklı ve yaşamsal taleplerine kulak vermeli ve gerekli önlemleri almalıdır.

1-Sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli, COVID-19’a karşı mücadele kapsamında, güncel ihtiyaçlara cevap veren, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi hariç olmak üzere, bütün fabrika ve işletmeler kapatılmalı; en az 15 gün süreyle, iş yerleri tatil edilmelidir. İşçilerin, emekçilerin dolayısıyla ailelerinin sağlığı korunmalı ve salgının yayılma hızı önlenmeli; bu süre içinde işçilere ücretli izin verilmelidir.
2-Ülkemizde işçilerin ücretinden yapılan kesintilerle oluşturulan işsizlik fonunda biriken 130 milyar TL aşan parayı, hükümet, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.
3-İşten çıkarmalar, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır. COVID-19 salgınının yeni bir işsizlik dalgasına yol açmaması, işin ve işçinin gelir sürekliğinin sağlanması için, COVID-19 ile mücadele döneminde, işverenin iş sözleşmesini fesih imkânı askıya alınmalıdır. İşten çıkarılmaların ve işlerin durdurulmasının yol açacağı gelir kaybına karşı, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları hızla devreye sokulmalı, işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için, işçi açısından gerekli olan koşullar kaldırılmalıdır.
İşten çıkarılmaların izlenmesi ve yasaklanması için Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı nezdinde Üçlü Danışma Kurulu bileşimine uygun bir izleme ve denetim mekanizması kurulmalıdır. İşsizlik maaşının süresi uzatılmalı, salgın süresince işsiz yurttaşlara yaşayabilir bir ücret yardımı yapılmalıdır.
4-Yoksul yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.
5-En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde, risk grubundaki kesimlerin ücretlerine 1000 TL ek destek yapılmalıdır.
6- Elektrik, su, doğalgaz, iletişim faturaları ve konut, taşıt kredileri ile kredi kartı borçları, salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.
7-Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.
8-Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.
9-Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır.
10-Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalı. Sağlık alanı ticari kar alanı olmaktan çıkarılmalı, sağlığa eşit erişim ücretsiz olarak sağlanmalıdır.
11-Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı, hasta olanlar saptanarak tedavi edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.
12-Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri hızla ve ivedilikle giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalıdır. Kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanmalıdır.
13-Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar belirlenmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek, gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı süreci işletilmeden ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları, akademisyenler ve diğer KHK’li kamu emekçileri işlerine dönmeli;
14-Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalı;
15-İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.
16-“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesi,6284 Sayılı Yasa ve kadınların nafaka hakkı titizlikle uygulanmalıdır..
17- Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.
18- Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki gözetim ve denetim ağlarını baskıya dönüştürülmemelidir. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, baskı ve bireysel özgürlüklerin, kişilik haklarının ihlaline yol açmamalıdır. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar, cezalandırılmalar kaldırılmalı.
19- Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini bir yana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikleri geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.
20-Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, hasta mahkûmlar, yaşlılar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.
21- Çoğu yabancı sermayeyle ortak olan petrol ve maden şirketleri, elektrik santralleri, kar hırsıyla dağları, ormanları, akarsuları, börtü böceği doğal ve kültürel değerlerimizi tahrip etmiş, etmeye de devam etmektedir. Kapitalizm yaşam alanlarımızı, havamızı, suyumuzu, havamızı zehirlemekte, yok etmektedir. Salgın koşulları fırsata çevrilerek doğanın tahribatı devam etmektedir. Tüm canlıların ve çocuklarımızın geleceğini karartanlar, doğa ve çevre savunucularının yolunu kesmekte, bu alanlara girmelerini, halkla bütünleşerek sorunların saptanmasını, çözüm yollarının birlikte üretilmesini engellemektedirler. İşçilerin emekçilerin, halkımızın ve çocuklarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, doğal ve kültürel değerlerimizi korumaya yönelik mücadelesi her alanda sürecektir. Bu salgın ekolojik dengenin, tüm çeşitliliği, canlılarıyla sürdürülebilir ve geleceğe devredilebilir doğanın önemini bir daha göstermektedir. Bu ders herkes tarafından iyi anlaşılmalıdır.
22- İllerde bilim kurulları oluşturulmalı, ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı, demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerin de katıldıkları kriz masaları kurulmalı, bilgilendirme, değerlendirmeler ve çözüm mekanizmaları birlikte oluşturulmalıdır.

Kapitalizm doğası gereği krizde, salgın koşullarında bu kriz daha da ağırlaştı, ağırlaşıyor, kendi kendinini tüketiyor; kendisine bu krizden çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bütün ülkelerdeki kapitalist devlet yöneticileri panik halindeler. Sermayelerini büyütme, karlarını arttırmanın, üretim maliyetlerini düşürmenin yeni yollarını arıyorlar. İnsan olmadan üretim, üretim fazlası olmadan kar olamaz. Kapitalistler ve devlet ‘üretim sürmelidir, salgın olsa da üretim durmamalıdır’ diyor. İşsizlikte işçi bulmak kolay, işçiler ücretli köle! Yani sermayedarlar sömürü ve kar hırslarından vazgeçmiyorlar.

Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissedecek, isteyecek ve düşleyecekler. Kapitalizmin yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya gelecek. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin sonu gelecek.. Ancak yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilecek. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanacak. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında aydınlık bir Türkiye’yi kuracaklar.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların sağlığı, geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma kazanacak!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Dayanışması!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşit Kardeşliği!
Barış İçin Savaşa, Kapitalizme ve Faşizme Hayır!
Yaşasın Birlik Mücadele ve Dayanışma
Yaşasın 1 Mayıs

Yaşamın kaynağı toplum sağlığıdır,halkın talepleri yaşamsaldır. Halkın talepleri gerçekleştirilmelidir.

Tüm dünyada küresel salgın halini alan ve ülkemizde varlığı 11 Marttan bu yana görülmeye başlanan Koronavirüs (Covid-19) salgını karşısında siyasi iktidar yetersiz kalmış, salgına karşı acil önlemler alınmamıştır. Siyasi iktidarın açıklamalarında çalışanların hakları, kadınlar ve yoksullarla ile ilgili bir önlem bulunmuyor.

Fabrikalarda, işletmelerde ve işyerlerinde işçiler, emekçiler toplu olarak çalışmaya devam etmektedir. Fabrika ve işletmeler bazındaki önlemlerin en olumlusu hijyen kurallarına uymakla sınırlıdır. Virüsünün yayılma ivmesi yüksektir. Alınan önlemlerle sorunun aşılması olanaklı değildir.

Bütün fabrikalarda, işletmelerde, organize sanayi sitelerinde, şantiyelerde, üretimin ve işin durdurulması önem taşımaktadır. Bugün salgının durdurulması sadece 65 yaş üstünün sokağa çıkmamasını istemekle engellenemeyeceği İtalya ve İspanya örneklerinden görülmektedir. Ve bu yaşanmışlıklardan gerekli dersler çıkarılarak derhal sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir.

Bunun için siyasi iktidar, Covid-19 salgınını önlemek için fabrikalar, işyerleri, şantiyelerdeki faaliyeti durdurmalıdır. İşçiler ücretli izne çıkarılmalıdır. Acil ve zorunlu işlerin yapıldığı işyerleri dışında diğer tüm işyerlerinin faaliyetlerini durdurarak çalışanlarını ücretli izne çıkarmalıdır.

Ülkemizde işçinin ücretinden kesilen paralarla oluşturulan işsizlik fonunda birikmiş 130 milyar lira bulunmaktadır. Hükümet, işçilerin maaşında kesilen primlerle oluşan işsizlik
fonunda biriken bu parayı, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.

İşten çıkarma, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır.

Sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.

Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.

En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde 1000 TL destek eklenerek risk grubundaki bu kesimler korunmalıdır.

Konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.

Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.

Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.

Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır. Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalıdır. Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı hastalar tesbit edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.

Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalı ve kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanması, yurttaşların sağlıkları açısından da önem kazanmıştır. Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar tesbit edilmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı kararı olmadan ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları ve akademisyenler işlerine dönmelidir.

Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalıdır.
İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.

“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır.

Salgın süresinde doğalgaz, elektrik, su ve internet ücretsiz sağlanmalıdır.

Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.

Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki baskı, gözetim ve denetim ağlarını yaygınlaştırmamalıdır. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve açık bir faşizme geçilmesine yol açmamalıdır. Yurttaşlar temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar kaldırılmalıdır.

Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları günlük olağan yaşama geçinceye dek ertelenmelidir.

Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini biryana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikler geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.

Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, yaşlılar, hasta mahkûmlar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.

Yerellerde, il/ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerinde içinde yer aldığı kriz masaları kurulmalıdır.

Bu zor süreçte inisiyatif sadece siyasi iktidarda olmamalı, muhalefet partilerinin ve demokratik kitle ve meslek örgütlerinin toplumsal rol ve sorumluluğu artırılmalı, salgınla ilgili önlemlerin alındığı il ve ilçelerde bilim kurulları oluşturulmalı, başta tabip odaları olmak üzere meslek örgütleri, sendikaların ve siyasi partilerin bu kurullarda temsili sağlanmalıdır.

WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!


WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!

Four woman workers of the SF Trade Textile Plant have been picketing at the entrance of the Gaziemir Free Zone for 143 days for being involved in union activities.

The unionization of workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Industries, a joint venture between the Turkish Kale Group and the American Pratt&Whitney primarily for making engine parts for the F-35 fighter, spurred the capitalist bosses to action.

When workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Plant joined the All Metal Workers Union, the employer terminated 94 workers.

The plant management had effectively reduced wages to minimum wage with low raises, and had started to engage in mobbing against workers after the S-400 crisis with the US. As a result, the workers began to organize under the All Metal Workers Union, a member of DİSK. When the workers exercised their constitutional right and joined the union, the first move was to terminate 7 workers one night, for no reason. The terminated workers staged a demonstration in front of the plant. The workers who expressed support for their fired colleagues were terminated themselves within a few days. Soon, 94 workers had been fired. Then, the plant manager called the workers to a meeting and offered to re-hire them on the condition that they resign from the union. When the workers refused, they responded with threats and insults. The workers started a sit-in on February 29 at the entrance of the Aegean Free Zone to fight for their right to unionize.

The workers fight against the usurping of their legal and legitimate right to unionize, while the employer terminates workers for various reasons. It all boils down to a smear campaign using cherry-picked articles of the labor law, designed to make the employer look righteous on a legal basis. This is not new to the capital: it is a tested method used to break unionization. To prevent unionization among workers, they will identify union members and fire them using various excuses. This plays out once again in the SF Trade and Kale Pratt&Whitney Aero Engine plants.

The bosses of Kale Pratt&Whitney Aero Engine plant fire unionized workers on the one hand, while hiring new and non-union workers on the other to prevent the union from gaining majority. The forces of labor and democracy are obligated to defend the acquired rights of the working class against unlawfulness and injustice, and to rise in solidarity with the working class.

The workers and laborers will expose capitalist bosses for the frauds they are. Today, SF Trade Textile workers are at resistance at the entrance of the Gaziemir Free Zone, and Aero Engine workers are at resistance at the Izmir Fair Gate of the Free Zone. The working class and all people in support of labor stand with the textile and aero engine workers; they support them in solidarity, helping them feel that they are not alone. The justice of time will favor the workers. Workers who resist will finally and rightfully prevail. We stand with workers who recognize the power of organized struggle, who defy the capital and take a step for unionization.

Workers who resist and fight are not alone. The workers, laborers, friends of labor, and the makers of all value stand with them. 11.03.2020

Glory to the working class!
Glory to the workers’ resistance!

İmece Friendship Solidarity Association

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ VE TALEPLERİMİZ

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ ve TALEPLERİMİZ

Kente yönelik politika ve uygulamalarda, insan hakları, kentli hakları, kent insanları arasında kardeşlik-barış iklimi, birlikte yaşama, engelli, hasta, çocuk ve kadına duyarlı planlama, yerellerde hizmetlere eşit erişim, insan ve çevre sağlığı gibi kriterler temel referanslar olmalıdır.

Kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi ve başarısızlıkları durumunda geri alınması esas olmalıdır. Seçimler gibi, kente dair kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler, mekanizmalar  işletilerek alınmalıdır.

Fiziksel, doğal, tarihi ve kültürel değerleri korumak ve geliştirmek, koruma ve kullanma dengesini sağlamak, ülke, bölge ve şehir düzeyinde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı ve güvenli çevreler oluşturmak  merkezi yönetimin olduğu kadar yerel yönetimlerin de görevidir.

Kentimiz İzmir’in yapılan araştırmalarda beş bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihi vardır. Yıllarca süren çalışmalarla ortaya çıkan tarihi mirasına sahip çıkan, bu mirası bilimsel temelde ciddi araştırmalarla zenginleştirici projeler üreten bir yerel yönetim anlayışı,  kentin tüm kültür ve doğal varlıklarını geleceğe taşıyabilir.

Kent yönetimine talip olan başkan adayları ve meclis üyelerinin kentin sorunlarının çözümü konusunda önerilerde bulunması bir program ortaya koyması kuşkusuz önemli, ancak yeterli değildir. Sermayeye karşı emekçi halkın çıkarlarını savunan  yerel yönetim adayları, tekellerin, uluslar arası ya da yerli sermaye gruplarının değil halkın taleplerini, çıkarlarını savundukları ölçüde halkın desteğini ve sevgisini kazanabilirler. Sermaye partilerinin adaylarından ayıran başlıca farklılık da ekonomik, sosyal ve siyasi demokrasi taleplerini savunması, buna uygun politikaları geliştirerek uygulamasıdır.

Kentimiz özellikle son yıllarda yoğun göç almış; hızla nüfusu artmıştır. Kentin  kamu yararından uzak sermaye odaklı planlanması gelecekte, hava kalitesi daha da kötü, yaşam standartları düşük, yeşil alanları  olmayan, ranta odaklı yapılaşma  ve ulaşım sorunları yaratmıştır.

‘‘ Körfez Tüp Geçiş Projesi, henüz yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cennetinin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacaktır.” Bu proje Gediz deltasındaki kuş türlerinin yoğun bulunduğu bölgede sulak alanların tasfiyesi ile kuş, bitki, memeli hayvan, çeşitli kelebek türleri yok edilerek, ekolojik dengeleri tahrip edecek, betonlaşmaya yol açacak ve plan değişiklikleri ile yüksek rant artışlarının önünü açarak kıyıları betona teslim eden bir kentin yolunu açacaktır.’’(1) İzmir’in tarihi, kültürel ve doğal değerleri-zenginlikleri rant için tasfiye edilmiş olacaktır. İzmir’in İstanbul olmasını istemiyorsak bu ‘‘ihanet’’ projelerine karşı durmak İzmir’i yönetecek başkanların öncelikli görevidir.

Doğa Derneği’nin de içinde yer aldığı “İzmir’e Sahip Çık” platformu’nun da önerdiği, desteklediği 15 Şubat 2019 günü yeryüzünün en zengin ve benzersiz doğal alanlarından biri olan İzmir’in Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğa Mirası ilan edilmesi için çalışmalar hızla başlatılmalı; bu konuda yapılmakta olan çalışmalar desteklenmelidir.

Alsancak’taki tarihi Elektrik Fabrikası’nın arazisiyle birlikte,  Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Devlet İhale Kanunu’nun kısıtlamalarına tabi olmadan satışa çıkarılması engellenmelidir. İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Ocak 1998 tarihli kararıyla ‘Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescillendiği temel alınmalı; 1943 tarihinde kamulaştırılarak İzmir Belediyesi’ne devredilen sahanın tekrar İBB’ye devri için meslek odaları ile kentliler birlikte kenti savunmalıdır.

Bayraklı bölgesini çok katlı beton blokların ısı adaları oluşturarak ekolojik dengeyi bozmasına engel olunmalı, kentin tarihi ve doğal dokusuna aykırı projelere onay verilmemelidir.

Egemen iradenin, siyasi iktidarın kürt sorunundaki şiddet yanlısı ırkçı, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, yandaşlarını kayırmacı politikalarına karşı kent düzeyinde eşitlikçi, özgürlükçü, yerel hizmetlerin  gerçekleşmesinde yoksul-dar gelirli yerleşimlere öncelikli, barışçıl ve demokratik projeler üretilmelidir.

Yönetime aday olanlar, alevilerin, farklı din, mezhep ve kültürlerin inanç özgürlüğünü ayrımsız savunmalıdır. İbadet mekanlarının restorasyonu desteklenmeli, güvenlikli kılınmalıdır Yönetmeye aday olanlar, sendikalaşmayı, sendika seçme özgürlüğünü, taşeron uygulamasına karşı kadrolu-güvenceli çalışma hakkını esas alan anlayış ve uygulamaların savunucusu olmalıdır.

Belediye emekçilerinin kadrolu, güvenceli istihdamını esas almalı, liyâkattan taviz verilmemeli, sendikaları tahakküm altına almaya çalışmadan, eşit ilişki kurabilmelidir. Sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin İzmir’de yerel demokrasinin gelişiminin bir parçası olduğu bilinmelidir. Kocaoğlu döneminde kadrolu olabilmek için hukuk yoluna başvuran ve işinden atılan tüm işçilerin yeniden iş başı yapmalarını sağlayacak adımlar atılmalıdır.

696 Sayılı kanun Hükmün’de kararnameyle  belediyelerde çalışan şirket işçileri, süresiz işçi statüsüne geçirilmişti.. Bu işçilere 2020 yılına kadar toplu iş sözleşmesi yapılmayacak, kadrolu işçi gibi 4 ikramiye verilmeyecek ve sosyal-ekonomik haklardan yararlanamayacaklar. Bu işçilere sadece düşük bir zam öngörülmektedir. Bu kararname eşitlik ilkesine aykırıdır. Kadroya geçirilme adı altında işçilerin ekonomik ve sosyal hakları gasp edilmiştir. Yerel yönetim adayları bu kararnameye karşı çıkmalı ve işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını savunulmalı, eşitlik ilkesini temel almalıdır.

Toplu İş Sözleşmeleri (TİS) nin sendika, sendika olmayan iş kollarında işçi temsilcileriyle yapılmasını savunulmalı; grev hakkının önündeki engelleri kent bazında yok saymalıdır. Kıdem tazminatı hakkını güvenceye almalı; kiralık işçilik uygulamalarına karşı çıkmalıdır.

Çalışanlar arasında cinsiyet eşitliğini savunmalı; özellikle kariyer, kadro yükseltmede pozitif ayrımcı, ücret politikasında mutlak eşitlikçi olmalıdır.

Kentimizde kadın hak ve özgürlüklerine uygun koşulları oluşturmayı; kentin gecesi-gündüzüyle, toplu taşım araçlarıyla, sokaklarıyla güvenli kılıcı politikaları geliştirmelidir.

Gençliğin bilimsel-özerk-demokratik-parasız eğitim-öğretim hakkında her gün daha fazla artan eşitsizliğe karşı politikalar geliştirilmeli; barınma, ulaşım, beslenme konularında olanaklar yaratılmalıdır

Küçük üreticilere ve köylülere düşük oranlı kredi tahsisi, kooperatifleşme olanaklarını sağlamalı; Kooperatifleşmenin yaygınlaştırılması için üreticilere yardım ve destek politikaları (destekleme alımları) geliştirilmelidir. El emeği üretimi yapan kadınlara yerel pazarlarda ücretsiz  alanlar sağlamalıdır.

Tarım ve hayvancılığa yapılacak ekonomik destekleri yerel bütçe kaynaklarından yapmalı ve halka aracısız, ucuz beslenme olanaklarını sağlamalı; bunun için de üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması için adımlar projelendirilmelidir.

Tarım emekçilerine yönelik bir ekonomik ve sosyal güvence ağı geliştirilmesini savunmalı; kırsal kesimde kadınlara yönelik özel bir sosyal güvenlik sistemini bu döngü içerisinde  projelendirilmesini savunarak uygulamasını gerçekleştirecek bir alan açmalıdır.

Tarım alanları, sulak alanlar, su kaynaklarının özelleştirmelere açılmasını, sermayeye bırakılmasına kararlılıkla karşı çıkmalıdır. Bu temelde HES, RES, Termik santrallerin yerlerini meslek örgütleri, uzmanlar ve yöre halkı ile belirlemeyi savunmalıdır. Güneş enerjisinden yararlanmanın yolları aranmalıdır.

Kentimiz yeşil alanlardan da il ve ilçe bazında otoparklardan da  yoksun durumdadır. Kentin yeşil alanları artırılmalı,ihtiyaçlar nüfus oarnında belirlenerek katlı otoparklar yapılmalıdır.

Hava kirliliği, araç yoğunluğu ve diğer nedenlerle yoğunlaşmıştır. Koah, astım, solunum yolu hastalıkları yüksek orandadır. Kentimizdeki hava kirliğini ortadan kaldıracak politikalar geliştirmek zorundayız.

Gıda güvenliğini denetimleri sıklaştırarak sağlamalı, BB bünyesinde araştırma laboratuarları kurmak projelendirilmelidir.

Yerel yönetimlerin ulaşım hizmetlerinden kar elde etmesi düşünülemez. Yerel yönetimler ulaşım hizmetini diğer gelirlerinden sübvanse etmelidir. Kentlerde ulaşım hizmetleri yerel yönetimlerin kamusal bir görevidir. Kentte yaşayan tüm yurttaşların toplu taşıma hizmetlerinden yararlanması asgari ücret esas alınarak yapılmalıdır.

Saygılarımızla

İmece-Der

 

  • 1.İzmire Sahip Çık

 

 

 

Olcay Çınar


OLCAY ÇINAR
10.08.1952 De Mardin’in Cizre ilçesinde doğdu.
Babası jandarma astsubayı, annesi ev hanımıdır. Dört kardeşin en büyüğüdür. Babasının mesleği dolayısıyla ilk okulu Bingöl ün Kığı, Mersin in Gülnar ilçelerinde, ortaokulu Kütahya da; liseyi İzmir Eşrefpaşa Lisesinde okudu.
Liseden sonra Ege Üniversitesi Makine Mühendisliğini kazandı. İlk yıllarında yurtsever devrimci hareketle tanıştı. Buca da özerk demokratik üniversite mücadelesi verirken bir yandan da faşizme ve emperyalizme karşı mücadelede Halkın Kurtuluşu saflarında yerini aldı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra DSİ’de makine mühendisi olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Kamu çalışanlarının sendika hakkı için mücadele etti ve KESK in İzmir deki yapılanması için çok emek verdi; Kamu İktisadi Teşebbüsü kurumların özelleştirilmesine;TEK in özel şirketlere devrine karşı mücadelede ön saflarda yer aldı.
Sevgili eşi Şenol la üniversite yıllarında anti faşist mücadele içinde tanıştı, mücadelede birlikleri evlilikle sonuçlandı. Bir erkek çocukları oldu.
Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle 09.08. 2016 da aramızdan ayrıldı.
Bizlerle yaşayacak.

İzmirde İnsan Hakları Yürüyüşü yapıldı. İnsan Hakları Savunucusu, Sosyalist Hüsnü Öndül anıldı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği, İnsan Hakları Haftası kapsamında Konak Eski Sümerbank önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. “İnsan haklarıyla insandır” pankartının açıldığı açıklamada, Türkiye’de ve dünyada derinleşen hak ihlallerine, savaş politikalarına, cezasızlığa ve baskı rejimine dikkat çekildi.

Basın açıklamasını İHD İzmir Şube Eşbaşkanı Zilan Gümüş okudu. Açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 77. yılında, bildirgede güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin sistematik biçimde ihlal edildiği vurgulandı. OHAL rejiminin fiili olarak kalıcı hale getirildiği, işkence ve kötü muamele iddialarının arttığı, ifade, örgütlenme ve gösteri özgürlüğünün engellendiği ifade edildi. Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı politikalar, mültecilere dönük nefret dili, kayyım uygulamaları, cezaevlerindeki tecrit ve hasta mahpusların durumu da açıklamada öne çıkan başlıklar arasında yer aldı.

Zilan Gümüş,  “Hapishanelerde bulunan yaklaşık 4.000’i aşkın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsünün bir gün salıverilme ihtimalinin, yani umut hakkının olmaması insan onuruna aykırı bir durumdur. İmralı Hapishanesi başta olmak üzere hapishaneler de uygulanan izolasyon, tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüşmüştür. Kamuoyu tarafından ‘kuyu tipi hapishaneler’ olarak adlandırılan Yüksek Güvenlikli, S ve Y Tipi hapishaneler derhal kapatılmalıdır” dedi.

Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümüne vurgu yapılan açıklamada, çatışmalı sürecin sona erdirilmesi, barışın toplumsallaştırılması ve insan haklarının güvence altına alınması çağrısı yapıldı. Açıklamanın ardından kitle, yaşamını yitirenler anısına denize karanfil bıraktı.

Etkinlikler, insan hakları savunucusu Hüsnü Öndül’ün ölüm yıldönümü dolayısıyla Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlenen söyleşiyle devam etti. Söyleşi, Öndül için hazırlanan sinevizyon gösterimi ve  özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşu ile  başladı. Etkinlikte yapılan konuşmalarda Öndül’ün hem insan hakları mücadelesindeki yeri hem de yaşamına yön veren tanıklıklar ele alındı. Söyleşide Günseli Kaya, Akın Birdal, Necla Şengül ve Çoşkun Üsterci söz aldı.

Günseli Kaya, konuşmasında Hüsnü Öndül’ün yaşam öyküsünü ve insan hakları mücadelesinin hangi koşullarda şekillendiğini ayrıntılarıyla anlattı. Öndül’ün 13 Eylül 1953’te Samsun’un Havza ilçesine bağlı Girem köyünde doğduğunu belirten Kaya, ailesinin yaşayan ilk erkek çocuğu olması nedeniyle babasının adını aldığını aktardı. Yedi yaşındayken babasını, kısa bir süre sonra da ablalarından birini kaybeden Öndül’ün çok küçük yaşta ağır sorumluluklar üstlenmek zorunda kaldığını söyledi.

Ailesinin toprak sahibi olmasına rağmen, babasının erken ölümü ve çocukların küçük yaşta olması nedeniyle zamanla bu toprakların elden çıkarıldığını ifade eden Kaya, Hüsnü Öndül’ün ilkokulu Girem Köyü’nde, ortaokul ve liseyi Havza’da tamamladığını belirtti. Babasını ilkokul birinci sınıfta kaybetmesi nedeniyle erken yaşta olgunlaşmak zorunda kaldığını vurgulayan Kaya, 14 yaşındayken diyabet hastası olan erkek kardeşini tedavi ettirmek için Ankara’ya gelişini, Öndül’ün yaşamındaki önemli dönüm noktalarından biri olarak anlattı.

Okul yaşamında çalışkan bir öğrenci olduğunu, futbola büyük ilgi duyduğunu ve üniversite yıllarında futbol takımında da oynadığını aktaran Kaya, üniversite sınavında yüksek puan almasına rağmen dönemin koşulları nedeniyle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolduğunu ve 1977 yılında mezun olduğunu söyledi. Kaya, Hüsnü Öndül’ün 1971 yılı sonlarında sosyalizme ilgi duymaya başladığını; Nikolay Ostrovski’nin “Ve Çeliğe Su Verildi” kitabının düşünsel dünyasında özel bir yer tuttuğunu ifade etti.

1978 yılında askere giden Hüsnü Öndül’ün, 13 ay boyunca İskenderun-Arsuz’da görev yaptığını ve askerlik sonrası avukatlığa başladığını belirten Kaya, bu dönemin Türkiye’de cezaevlerinin devrimcilerle dolu olduğu bir dönem olduğunu hatırlattı. Öndül’ün, işkence gören, idamla ya da ağır cezalarla yargılanan ve kamuoyunda “terörist” olarak yaftalanan devrimcilerin avukatlığını üstlenmeye bilinçli bir tercihle karar verdiğini vurguladı. “Ben onu 1981 yılında Mamak Askeri Cezaevi’nde tutukluyken avukatım olarak tanıdım” diyen Kaya, bu ilişkinin aynı zamanda bir mücadele yoldaşlığına dönüştüğünü ifade etti.

Hüsnü Öndül’ün koyu bir Fenerbahçe taraftarı olduğunu, İHOP (İnsan Hakları ortak Platformu)  ofisinin kapısının arkasında asılı bir Fenerbahçe atkısının bulunduğunu aktaran Kaya, insan hakları çalışmaları arasında futbol sohbetlerinin de önemli bir yer tuttuğunu anlattı.

Neşet Ertaş’a duyduğu büyük sevgiyi de hatırlatan Kaya, Hüsnü Öndül’ün son yolculuğuna sevdiği türküler eşliğinde uğurlandığını ifade etti. Vefalı, mütevazı, kadınlara saygılı, hayvanları koruyan ve güvercinleri beslemesiyle bilinen bir insan olduğunu dile getiren Kaya, bu özelliklerin onun insan hakları anlayışının gündelik hayattaki karşılığı olduğunu vurguladı. 1988 yılında Toplumsal Kurtuluş dergisinde yayımlanan bir yazı nedeniyle tutuklandığını hatırlatan Kaya, Hüsnü Öndül’ün Kürt sorununun eşitlik ve kardeşlik temelinde çözümü ve onurlu barış mücadelesinden hiç vazgeçmediğini söyledi

Akın Birdal ise konuşmasında Hüsnü Öndül ile uzun yıllara dayanan mücadele arkadaşlığına değinerek, onun insan hakları hareketi içindeki kurucu ve öğretici rolünü anlattı. Birdal, Öndül’ün özellikle baskı dönemlerinde geri adım atmayan, cezasızlığa ve işkenceye karşı ısrarcı tutumunun insan hakları savunucuları için yol gösterici olduğunu ifade etti. Öndül’ün hem hukukçu hem de mücadele insanı olarak, insan hakları hareketinin toplumsallaşmasında önemli bir emek verdiğini vurguladı.

Necla Şengül de konuşmasında Hüsnü Öndül’ün insan hakları eğitimine verdiği öneme dikkat çekti. İnsan Hakları Akademisi ve İnsan Hakları Okulu çalışmalarında Öndül’ün bilgiye dayalı, sistematik ve eleştirel bir yaklaşımı benimsediğini aktaran Şengül, onun hak savunuculuğunu yalnızca tepki veren bir alan olarak değil, öğrenilen ve öğretilen bir mücadele biçimi olarak ele aldığını söyledi.

Çoşkun Üsterci ise Hüsnü Öndül’ün insan hakları mücadelesindeki yerini hukuk, ilke ve siyasal sorumluluk çerçevesinde değerlendirdi. Öndül’ün hukuku iktidarın bir aracı olarak değil, iktidarı sınırlayan bir mücadele alanı olarak gördüğünü belirten Üsterci, onun cezasızlıkla mücadele, işkence yasağı ve adil yargılanma hakkı konularında ısrarcı bir çizgi izlediğini ifade etti. Üstercin, Hüsnü Öndül’ün farklı toplumsal ve siyasal kesimleri insan onuru ortak paydasında buluşturmaya çalışan bir insan hakları savunucusu olduğunu vurguladı.

Söyleşi, Hüsnü Öndül’ün geride bıraktığı insan hakları mirasının yalnızca geçmişe ait olmadığı; bugün ve gelecek mücadeleler için yol göstermeye devam ettiği vurgusuyla sona erdi.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabul edilişinin 77.yılında hak örgütlerinden ortak açıklama

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 77. yılı dolayısıyla İzmir’de bir araya gelen hak örgütleri, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde ortak basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamaya ÇHD İzmir Şubesi, Genç LGBTİ+ Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, Halkların Köprüsü Derneği, İmece Dostluk Dayanışma Derneği, İHD İzmir Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, ÖHD İzmir Şubesi ve TİHV İzmir Temsilciliği katıldı. Etkinliğe DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın, CHP Eski Milletvekili Zeynep Altıok ve çok sayıda yurttaş da katıldı.

Etkinlikte “Halkın iradesi yok sayılamaz”, “Zindanlar boşalsın tutsaklara özgürlük”, “Eşit yurttaşlık onurlu yaşam”,” Adil barış kardeşçe yaşam”, “Bedenimize, emeğimize, kimliğimize dokunmayın”, “Savaşa hayır yaşasın halkların eşitliği”, ” Baskılar bizi yıldıramaz”, “Yaşasın barış-Biji aşiti”, “İnsan haklarıyla insandır”, “Eşitlik adalat insan hakları” sloganları atıldı.

Ortak açıklama TİHV Genel Sekreteri Coşkun Üsterci tarafından okundu.  Açıklamaya geçmeden önce Üsterci ortak açıklamanın 22 sahife olduğunu ancak bunu özetleyerek 4 sayfa olarak okuyacağını belirtti.  Açıklamanın ardından katılımcılar ‘Barış zinciri’ oluşturarak  etkinliği sonlandırdı.

22 sayfa açıklamanın özetlenmiş 4 sayfalık tam metni şöyle:

“İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Kabul Edilişinin 77. Yılında

Tüm İnsanların Onur ve Haklarda Eşit Olduğu Bilinciyle,

Eşitsizlik, Adaletsizlik, Yoksulluk, Ayrımcılık ve Savaşa Karşı,

Israrla Barış, Demokrasi ve İnsan Hakları Değerlerini Savunuyoruz!

Kabul edilişinin 77. Yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, çağımızın en önemli kurucu sözleşmesi olarak insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

30 maddeden oluşan Evrensel Bildirge, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde yürütülen uzun çalışmalar sonucunda 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanan BM Genel Kurulu tarafından kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye, Evrensel Bildirgeyi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. İki yıl sonra BM Genel Kurulu, 1950’de “10 Aralık”ı “Uluslararası İnsan Hakları Günü” olarak ilan etmiştir.

BM, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmiştir. Evrensel Bildirge de bu sitemin kurumsallaştırılmasında, insanlığın haysiyet, eşitlik ve adalet arayışında temel ve vazgeçilmez bir yere sahiptir. Bugün gelinen aşamada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır. Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. BM, küresel boyutta yaşanan her türden ayrımcılık, eşitsizlik ve adaletsizliği, bunların yol açtığı derin yoksulluk ve yoksunluğu, yaşamın varlığını tehdit eden ekolojik yıkım ve iklim değişikliğini sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Güçlü devletlerin çıkar ilişkilerine dayalı oluşturdukları askeri ve ekonomik birliktelikler, sürdürülen savaş politikaları, başta Ortadoğu, Ukrayna ve Afrika’da olmak üzere küresel çapta halkları temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hale getirmiş, büyük bir insani krize yol açmıştır. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları, başta Evrensel Bildirge olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmaları, insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına, küresel insan hakları rejiminin ağır bir kriz içine girmesine yol açmıştır.

Ancak tüm bu olumsuzluklara karşın dünyanın her yerinde halklar, eşitlik, adalet, özgürlük, barış ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatmak olmaktadır. Bugün tüm dünyada yaşanan bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir.

Bu kriz hali Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu süreç, siyasal iktidara, gücünü sınırlandıran anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ilkelerini terk etme, insan hakları fikrini referans almaktan vazgeçme imkânı sağlamış, böylelikle kuralsızlık, keyfilik ve belirsizlik kamusal/siyasal alanı düzenleyebileceği kullanışlı araçlar haline gelmiştir. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara erkini daha da merkezileştirme, toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırma olanağı sağlamaktadır.

Kürt meselesinin çözümü konusunda 1 Ekim 2024 tarihinden bu yana yeni bir sürecin başlatılmış olmasına, beraberinde farklı toplumsal kesimlerin barış, demokrasi ve insan hakları taleplerini yükseltmelerine karşın siyasal iktidarın, ayrımcılığı ve ırkçılığı yaygınlaştırarak toplumu kutuplaştıran, ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, gerek ülke içi gerekse uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve şiddeti esas alan politikalarına devam ettiği görülmektedir. Bunun sonucunda 2025 yılında da ülke genelinde kaygı verici boyutta yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir.

Anayasa’nın ve evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2025 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Gerek Van Belediyesi’ne kayyım atanması gerekse 19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın tutuklanması sonrasında yaşananlar bu tespitin somut birer örneğini oluşturmaktadır.

Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishaneler, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadır. Yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı mekanlardır. Yaklaşık 4.000 kadar olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsünün bir gün salıverilme ihtimalinin, yani “umut hakkı” nın olmaması insan onuruna aykırı bir durumdur. İmralı Hapishanesi başta olmak üzere tek kişi ya da küçük grup izolasyonu/tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüşmüştür. Özellikle mimari yapısı ve gündelik uygulama rejimi ile tecrit/izolasyon koşullarını daha da ağırlaştıran, kamuoyu tarafından ‘kuyu tipi hapishaneler’ olarak adlandırılan Yüksek Güvenlikli, S ve Y Tipi  hapishaneler derhal kapatılmalıdır.

Siyasal iktidarın, demokratik toplumun can damarlarından birini oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü hiçbir şekilde kabul edilmezdir. Artık bu ülkede gazeteciler haberlerini hapishanelerden göndermektedir.

2025, bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olmuştur. Yıl içinde her toplumsal kesimden kişi ve grup; iradeleri yok sayılarak belediyelerine kayyım atanmasını protesto eden Van halkı, keza belediye başkanları tutuklanmasını protesto eden İstanbul halkı, 8 Martta sokağa, özgürleşmeye çıkan kadınlar, 1 Mayısı  Taksim meydanıda kutlamak isteyenler, eşit yurttaşlık ve onur mücadelesi veren LGBTİ+’lar, sokak hayvanlarının yaşamını korumaya çalışan hayvan hakkı savunucuları, Gazze‘deki soykırımı protesto edenler, havasına, suyuna, zeytinine sahip çıkmak isteyen yaşam savunucuları, ekmek, güvenceli iş ve sendikal hakları için mücadele eden işçiler, gençler ve öğrenciler mülki idare amirlerinin yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanamamışlardır.

Örgütlenme özgürlüğü, demokrasilerin işlemesi için elzem olan temel insan haklarından biridir. Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip eyleyemedikleri ve düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve siyasal alana örgütlü olarak katılamamaktadırlar. 2025 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır. Seçmen ve yurttaş iradesinin gaspına dayalı, hukukun üstünlüğü ilkesine, insan hakları ve demokrasi değerlerine tümüyle aykırı bir yerel yönetim rejiminin ifadesi olan kayyım atamaları aynı zamanda örgütlenme özgürlüğünün de ağır ihlalidir.

Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. 1 Ekim 2024 tarihinden bu yana bu meselenin müzakereye dayalı, barışçıl ve demokratik çözümüne olanak sağlayabilecek bir süreç başladı. Kürt meselesi nedeniyle 40 yıldan uzun bir süredir yaşanmakta olan ve ağır toplumsal bedellere mâl olan çatışma ve şiddet ortamının son bulmasına yönelik atılacak her adım hayatî öneme sahiptir. Çünkü, böylelikle yeni can kayıpları önlenecek, insanların yakınlarının yaşamlarına dair duyduğu derin endişe ve korkular son bulabilecektir. Çatışma ve şiddet ortamının son bulması, aynı zamanda sözün alanını genişletip etkinliğini artıracağı için Kürt meselesinin şiddeti dışlayan yöntemlerle çözümüne ve adil bir barışın tesisine imkân sağlayacaktır. Yıllardır ısrarla vurguladığımız gibi Kürt meselesi, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve hukuksal boyutları olan ve çok özet bir ifadeyle kimlik ve kültürel haklar başta olmak üzere Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin eşitlik temelinde teminat altına alınmasına da referansları olan siyasal ve toplumsal bir meseledir. Dolayısıyla da bu meselesinin çözümü, her türlü araçsallıktan uzak, demokrasiyi kendi başına değer olarak kabul eden bir yaklaşımla oluşturulacak bir “demokratikleşme programı” ile mümkündür. Ancak böylesi bir program, temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınmasının kimsenin onayına tabi olmadığı fikri üzerine inşa edilmelidir. Çünkü haklar, ayırımsız her yurttaşın insan onuruna yaraşır biçimde eşit olarak yaşayabilmesinin ilke ve normlarını oluşturur. Bütünsel ve devredilemezdir. Bizler bugün insani kriz ve savaşların egemen olduğu bir dünyada yakalanmış olan ‘barışı konuşmak/müzakere etmek’ gibi bir fırsatın tarihsel ve toplumsal olarak en iyi şekilde değerlendirilmesini arzu ediyoruz. Ancak, şunu da hatırlatmak isteriz ki, demokratik tartışma ve müzakere sürecinin ön koşulu, konuşmaya başlarken kendi pozisyonunun ilanından çok, bir ortaklaşma olanağının sağlanabilmesi için kendi pozisyonundan çıkmaya hazır olunduğunun ilkesel olarak kabul edilmesidir. Eğer sadece niceliksel bir oy hesabıyla hareket edilmeyecekse ve niteliksel bir anlaşma hedefleniyorsa, konuşmanın/müzakerenin çerçevesi ortak olmalıdır. İnsanlığın en büyük birikiminin kendisi, yani insan hakları değer ve ilkeleri anlaşma hedefli her türlü kamusal müzakerenin hazır çerçevesidir.

2025 yılında da kadınların ve LGBTİ+’ların toplumsal yaşamın her alanında maruz kaldığı ayrımcılığı önlemeye yönelik yasal ve fiili hiçbir iyileşme sağlanamamıştır.  Yine yüzlerce kadın erkekler tarafından öldürülmüş, LGBTİ+’lar ayrımcı, fobik ve nefret içerikli saldırılara maruz kalmıştır. Kadın ve LGBTİ+ hakları için yapılan barışçıl toplantı ve gösteriler yasaklanmış, şiddet uygulanarak müdahale edilmiş, yüzlerce kadın ve LGBTİ+ işkence ve diğer kötü muamele ile gözaltına alınmıştır. Kadınların ve LGBTİ+’ların kazanımlarını geri alacak, hak ve özgürlüklerini daha da kısıtlayacak yasalar çıkarılmak istenmiştir.

Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen mülteciler/sığınmacılar, hala her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalıyorlar. Ülkede yaşanmakta olan ağır krizin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik tüm sonuçlarından en derin şekilde etkilenen mülteciler/sığınmacılar, ne yazık ki 2025 yılında da toplum açısından görmezden gelinen, hatta gözden çıkarılan hayatlar oldular.

Türkiye uzunca bir süredir Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Yıllardır uygulanan borçlanmaya dayalı neoliberal ekonomi politikalarının, savaş ve çatışma harcamalarının sebep olduğu ekonomik kriz ve derin yoksullaşma, yurttaşların hem biyolojik hem de sosyal yaşamlarını sürdürülebilmelerini tümüyle imkânsız kılan ağır insan hakları ihlalidir. Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, güvencesizleşme ve örgütsüzleşme en çok kadınları, çocukları ve mültecileri/sığınmacıları vurmaktadır. Bu koşullarda işçi ve emekçilerin kıdem tazminatı gibi kazanılmış haklarına dokunulmamalı, enflasyon rakamları manipüle edilmemeli ve iş cinayetleri önlenmelidir. İşçi ve emekçilerin hak arama eylemleri yasaklanmamalı, sendikalaşma, grev ve toplu sözleme hakkı güvence altına alınmalıdır.

Son söz olarak; hep vurguladığımız gibi, var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarının kurucu değerlerine kararlılıkla sahip çıkmaya devam edeceğiz.

İnsan Haklarıyla İnsandır…

Görüyoruz, Susmuyoruz, Mücadele Ediyoruz…”

 

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu:  Ekmek, Barış, Adalet ve Özgürlük İçin Bütçe

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu,  “Ekmek, Barış, Adalet ve Özgürlük İçin Bütçe”  pankartı  açarak,  Bu talebiyle İzban önünde bir araya geldi.  Buradan Karşıyaka İskelesi’nin karşısına doğru yürüyüş düzenleyen platform bileşenleri, yürüyüşün ardından bir basın açıklaması yaptı. Katılımcılar,  “Asgari değil insanca bir yaşam” ve “İnsanca yaşam, halk için bütçe” yazılı dövizler taşıdı ve sık sık “Sermayeye değil halklara bütçe”, ” Rantiyeye değil, halklara bütçe”,  “Savaşa değil barış için bütçe”,  “Jin, jiyan,  azadî”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın ekmek adalet barış mücadelemiz”,  sloganlarını dile getirdi.

Açıklamaya, DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın’ın yanı sıra pek çok siyasi parti, kitle  örgütü temsilcisi ve yurttaş da katıldı.

Basın açıklamasını ise platform adına Tüm Emekliler Platformu Temsilcisi Ömer Atılgan okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“2026 bütçesine itirazımız var. Yıllardır yapılan bütçenin gelir hanesinin büyük kısmı biz emeğiyle geçinen işçilerin, emekçilerin, emeklilerin maaşlarından, çarşıda, pazarda, ekmeğimizden, suyumuzdan alınan vergilerden oluşturuluyor. Maalesef bütçenin kaynağında varız paylaşımında yokuz! Kaynaklar halka, işçilere, çiftçilere, emeklilere, kadınlara, gençlere değil yandaş holdinglere ,sermayeye ,teşviklere, faize gidiyor ….sonuçta bizler daha da yoksullaşırken bir taraftan da sistem dolar milyarderleri üretiyor.

Türkiye’de bütçe politikaları, dolaylı vergilerle emeği ve emekçileri sorumlu kılarken, sermayeyi vergi teşvikleriyle ödüllendiriyor. Bu durum, bütçe hakkının sınıfsal temelde eşitsiz bölüşüldüğünü ortaya koymaktadır. Emekçiler, hem üretim sürecinde hem de bütçe mekanizmasında sömürülmektedir.

Yapılan bütçenin İşsizliği yoksulluğu, açlığı, sefaleti ortadan kaldırmaya yönelik bir bütçe olması gerekiyorken, gene savaşa güvenlikçi politikalara önemli paylar ön görülüyor. Oysa bu ülke halkının ihtiyacı eşit haklar temelinde bir arada refah içerisinde yaşamaktır. Sorunlarını çözmeye odaklanan, Birbirini ötekileştirmeyen eşit yurttaşlığı ve barışı esas alan bir bütçe öngörülmelidir.

Demokratik bir bütçe, kimlik, sınıf, cinsiyet ve inanç eksenlerinde dışlanmayan grupların ihtiyaçlarını merkezine almalıdır. Demokratik bütçe, tüm toplum kesimlerinin rızalığını alan ülke kaynaklarını toplumsal tüm kesimlere eşitçe bölüştüren vergide adaleti sağlayan, yandaşa, sermayeye kaynak aktarmayan ve en önemlisi örtüsü olmayan şeffaf bir bütçedir.

Aynı zamanda bu bütçe hizmeti de eşitlikçi bir şekilde yürütmelidir. Kamu hizmeti halk içindir . Kamusal hizmetler piyasaya açıldığı ve özelleştirildiği için nitelikli kamusal hizmete erişim imkansız hale gelmiştir. Bütçeden sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerin payı her yıl biraz daha azalıyor. Sağlık hizmetine ulaşmak zorlaşıyor, eğitimde nitelik düşüyor .

Enerji fiyatları bir yılda %85 artmışken, gıda fiyatları %70’i aşmışken, kiralar asgari ücreti geçmişken hâlâ sahte enflasyonla maaş belirlemek insanlık dışıdır . İnsanlık dışı uygulamaya maruz kalan emekçilere bütçe yok. Barınma, işsizlik, gelecek kaygısı yaşayan gençlere bütçe yok Türkiye’de Devlet bütçesi cinsiyet ayırımı yapılarak düzenlendiğinden kadına bütçe yok. Maliyetler altında ezilen çiftçiye bütçe yok. Açlık sınırındaki emekli maaşıyla ay sonunu getirme eziyetini yaşayan emekliye bütçe yok…

Her yıl olduğu gibi 2026 bütçesinin de önemli bir kısmı “savunma” harcamalarına ayrıldığını görüyoruz. Ancak “savunma” kavramı, çoğu zaman ulusal güvenliğin ötesinde, militarist bir ideolojinin yeniden üretim aracına dönüşerek sağlık, eğitim, ekoloji ve sosyal adalet alanlarına ayrılabilecek kaynakları tüketmiştir. Oysa doğru savunma; toplumun barış içinde, güvenceli, özgür ve eşit koşullarda yaşamasını sağlamaktır. Bu ülkenin en yakıcı ihtiyacı savaş değil, barıştır!

Barış, yalnızca çatışmanın bitmesi değil; emeğin ve özgürlüğün hâkim olmasıdır! Barışın bütçesi, emeğin bütçesidir!

Taleplerimiz insan onuruna yakışır bir yaşam standardının sağlanması için asgari taleplerdir.

Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına ve özelleştirilmesine son verilmelidir. Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe hayata geçirilmeli, kadınların güvenceli istihdam arttırılmalı, kadınları şiddetten koruyacak kamusal hizmetler genişletilmelidir. Sefalet düzeyindeki asgari ücretin insanca yaşamaya yetecek bir seviyeye çıkarılmadır.

Çalışanların maaşı yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalı ve güvenceli-kadrolu istihdam esas alınmalıdır.

Vergide adalet sağlanmalı, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.

Belli bir servet düzeyinin üzerindeki zenginlerden servet vergisi alınmalıdır.(VERGİDE ADALET İSTİYORUZ)

Vergilerimiz, ülkenin kaynakları güvenlikçi politikalara, silahlanmaya değil; istihdamın, üretimi arttırılması, yoksulluğun ve işsizliğin önlenmesi, adaletin, barışın ve demokrasinin tesis edilmesi için kullanılmalıdır.

Eşit yurttaşlık, yalnızca yasalar önünde değil, oluşturulan bütçede de eşitlik gerektirir. “Bütçe hakkı, eşit yurttaşlık hakkıdır” bilinciyle TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin, siyasal iktidarın da payandası haline gelmemesi için mücadelemiz devam edecektir.

Eşit yurttaşlık istiyoruz

İş, ekmek ,özgürlük

Barış , ekmek, özgürlük

Savaşa değil barış için bütçe”

 

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu:Tüm dünya halklarını Suriye’de yaşayan Alevi toplumu ile dayanışmaya, katliam karşısında birlikte olmaya ve ses çıkarmaya çağırıyoruz!

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Güçleri, Suriye’de HTŞ’nin  Alevi topluluğuna yönelik saldırı ve katliamlarını protesto etmek amacıyla Karşıyaka İZBAN İstasyonu önünde bir araya geldi. “Suriye’deki Alevi soykırımını durdurun – Halklara, inançlara özgürlük” yazılı pankartın arkasında toplanan kitle, yoğun yağmur altında Karşıyaka Çarşı girişine doğru yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüş boyunca Alevilere yönelik saldırılara tepki gösteren , dünya halklarını Suriye’deki Alevi toplumu ile dayanışmaya ve katliamlar karşısında ortak tutum almaya çağırdı.

Karşıyaka İzban önünde başlayan  eylem, atılan sloganlar eşliğinde çarşı girişine kadar sürdü. Eylemciler “Ey “Katliama sessizlik ihanettir”,  “İnsanlık mazlumun darına tanıklık et, vahşete dur de”, “Ne Esad diktatörlüğü ne de HTŞ şeriatçılığı. Aleviler Suriye’nin demokratikleşmesinden yana”  yazılı dövizler taşındı. Katılımcılar, “Suriye’de Aleviler yalnız değildir”, “Halklara inançlara özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Katliama kayır halklara özgürlük”, “Kahrolsun ABD işbirlikçi AKP”, “Katil HTŞ işbirlikçi AKP” sloganlarını attı.  Çarşı girişinde basın açıklaması yapıldı.  Basın  açıklamasını  Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) İzmir Şubesi Eşbaşkanı Fırat Dikmen okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Basına ve Kamuoyuna

Suriye’de Alevilere yönelik geçtiğimiz yıl Aralık ayında başlayan katliam saldırıları, aradan geçen bir yıla rağmen soykırım boyutlarında hala devam etmekte. Son süreçte bağımsız kuruluşların verdiği bilgiler ve sosyal medyaya yansıyan görüntüler, Alevi toplumunu hedef alan organize saldırıların sürdüğünü ve bu saldırıları kınamak adına sokağa çıkan halka karşı ise silahların kullanıldığını göstermektedir.

8 Aralık 2024’te Suriye’de ‘rejim değişikliği’ olarak adlandırılan bir mizansen gerçekleşmiş ve cihatçı-selefi terör örgütlerinin kırıntılarından oluşturulmuş olan HTŞ iktidara taşınmıştı. O günden bugüne geçen bir sene boyunca toplu katliamlar, suikastlar, Alevi kadınların kaçırılması ve tecavüz edilmesi, baskı ve tehditler, yerleşim yerlerinin ganimet mantığıyla talanı ve göçerttirme yönelimleri gibi birçok noktada gelişen saldırılar hiç durmadı. Sonuç olarak binlerce Alevinin katledildiği ve hala katledilmeye devam ettiği ağır bir tabloyla karşı karşıyayız.

Bu ağır tablo asla bir ihlal olarak değerlendirilip geçiştirilemez; açık bir insanlık suçudur ve hiçbir gerekçe ile meşrulaştırılamaz.

Bu insanlık vahşetini en sert biçimde lanetliyoruz.
Alevi toplumunun hedef alınması, bölgeyi kaosa sürüklemeyi amaçlayan dinci ve faşizan bir siyasetin ürünüdür. Suriye’de yaşayan Hristiyan halklar, Kürtler ve HTŞ destekçisi olmayan Araplarda bu politikaların hedefi olmaktadır.

Küresel güçlerin dizaynı ile iktidara taşınan HTŞ ve güncelde meşruiyet turlarına çıkan lideri Şara, Alevi toplumuna ve halklara yönelik geliştirilen katliamları “kontrol dışı güçler” gibi belirsiz ve kendi sorumluluklarını gizlemeye dönük ifadelerle izah etmeye çalışmaktadır.

Ancak çok iyi bilmekteyiz ki selefi anlayışa sahip bu yapı, bir yıldır devam eden katliam saldırılarından birinci derecede sorumlu ve bizzat sanıktır!

Suriye’de uzun yıllardır süren kaosu sözümona bu cihadist yapılarla bitireceklerine ve devamında Suriye’yi demokratikleştireceklerine dair propaganda yapan güçler iyi bilmelidir ki; katliam saldırıları bir an önce durdurulmazsa akan her Alevinin, her Dürzinin ve her Kürdün kanı kendi ellerine de bulaşmaktadır!

Suriye’de uzun yıllardır süren savaş süreci; dinci, milliyetçi ve cinsiyetçi politikalarla değil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü politikalarla dindirilebilir.

Uluslararası örgütler ve insan hakları kurumlarını, katliam saldırılarının araştırılması, sorumluların tespiti ve sivillerin korunması için zaman kaybetmeksizin harekete geçmelerini bekliyoruz.

Bu vesileyle tüm dünya halklarını da Suriye’de yaşayan Alevi toplumu ile dayanışmaya, katliam karşısında birlikte olmaya ve ses çıkarmaya çağırıyoruz!
Alevilere yönelik katliam saldırıları bir an önce durdurulmalıdır!

Alevilerin, Kürtlerin ve Hristiyan halkların kültürel varlıkları güvence altına alınmalı sosyal ve siyasal talepleri tanınmalıdır!

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu”

Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’ndan 4 Aralık Madenciler Günü Açıklaması

4 Aralık Dünya Madenciler Günü dolayısıyla bir açıklama yayımlayan Bağımsız Maden İşçileri Sendikası, madencileri örgütlenmeye; bulundukları sendikalarda söz ve karar süreçlerine aktif biçimde katılacak, denetleyici ve sorgulayıcı bir bilinçle hareket etmeye çağırdı. Açıklamanın tamamı şöyle: 

“MADENCİLERİN KURTULUŞU İÇİN: 4 ARALIK DÜNYA MADENCİLER GÜNÜNDE BASINA VE KAMUOYUNA

Bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü… Memleket tarihimizin en büyük işçi katliamı olan Soma’da 301, Amasra’da 42, Ermenek’te 18, Şirvan’da 12 ve İliç’te 9 işçi kardeşimizi; madenlerde çalışırken iş cinayetleri ve katliamlar sonucu yitirdiğimiz tüm emekçi kardeşlerimizi saygıyla anıyor; yeraltında, yerüstünde, taşta, kömürde, mermerde, altında, bakırda çalışan, ter döken bütün madenci kardeşlerimizi saygıyla selamlıyoruz.

Her ay düzenli olarak bir maden ocağından göçük ya da ölüm haberi alıyoruz. Ocak–Ekim 2025, İSİG raporlarına göre 44 madenci kardeşimizi daha aramızdan aldılar. Yurdun dört bir yanındaki maden havzalarında iş kazaları ve meslek hastalıklarıyla boğuşan kardeşlerimiz… Ciğer hastalıkları, astım, koah, silikozis, pnömokonyoz… uzuv kopmaları, bel fıtığı, boyun fıtığı, platine mahkûm kalan bedenlerimiz… Tüm bunların hepsi patronların çok düşük maliyetle alması gereken İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması nedeniyle gerçekleşmektedir. Zorla tutturulan üretim hedefleri ve üretim baskısı, denetim mekanizmalarının kağıt üstünde kalması, kamu makamlarının ise özelleştirmelerin önünü açıp teşviklerle, hibelerle bu holdinglerin daha fazla semirilmesi uğruna denetimleri aksattığı bir dönemin içerisinden geçmekteyiz. Özelleştirme programları ve rödovans sistemiyle birlikte neredeyse kamuya ait hiçbir işletme kalmamış durumdadır. Kalanları ise üretimin bilerek ve isteyerek aksatılması yoluyla holdinglere peşkeş çekilmesine ön ayak olan hamleler içerisindeler. Son 15 yıl içerisinde 135 binden fazla maden arama ruhsatıyla beraber holdinglerin servet birikimini giderek artırma planları yapmaktalar. Her havzanın halkı, emekçileri giderek yoksullaştırılmaktadır. Özel işletmecilik mantığı gereği kuralsızlaştırma, esnekleştirme, güvencesizleştirme politikaları ile işçilik, işçi sağlığı ve iş güvenliği maliyetlerinin adeta ortadan kaldırıldığı bir köleci çalışma biçimine geçiş yapılmaktadır. Bu talanın bedelini madenciler canıyla, halk ise geçim kaynaklarının yok edilmesiyle ödemektedir.

Başta Soma’da ve örgütlü olduğumuz tüm maden havzalarında memleketin genel tablosuna dair çok fazla bilgi birikimi ve benzer öyküleri dinliyoruz. Yurdun her bir yanında sarı sendikal ilişki ağları, hemşericilik, cemaatçilik ve yaşam maaliyetlerinin giderek ağırlaşması nedeniyle artan baskı ve korku işçi sınıfını sarmış durumdadır.

Artvin’den Muğla’ya kadar uzanan çokluğumuzu biliyoruz. Gün geçtikçe yaşadığımız bu koşulların daha da kötüleşeceğini biliyoruz. Dolayısıyla egemen sermaye sınıfının çeşitli politikalarla, yasalarla üzerimizde kurmuş olduğu bu sömürü zincirini kırmak için birlikteliğimizi, örgütlülüğümüzü arttırmak asli sorumluluğumuz olmalıdır. Yerli-yabancı ayrımının maden işçisin bölmek için kullanıldığını biliyoruz. Soma katliamının gerçekleştiği tarihe kadar maden işçisin savunduğunu iddia eden sendikal anlayışın maden işçileri açısından bir ölüm makinesi haline geldiğini çok iyi biliyoruz.

Bizim adımıza karar veren, söz söyleyen, bizi temsil ettiğini iddia edenlerin bugün bizim yanımıza gelemediğini biliyoruz. Düşünen, sorgulayan bireysel ve kolektif tepki geliştiren tüm maden işçileri olarak birlikte karar alıp sesimizi daha güçlü duyurabilmek için havza havza örgütlenmeye gücümüzü yaratmaya devam edecek, daha çok bir araya geleceğiz.

Maden işçisi kardeşlerimiz! Çalıştığımız galeriyi, alını, bacayı en iyi biz biliriz. Yeraltında da yerüstünü de bizler bu değerleri canımız pahasına üretiriz. Ailelerimiz, çocuklarımızın geleceği, kredi borçlarımız yani bizlere reva görülen bu yaşam denklemi içerisinde örgütlenmek, bir araya gelmek, sendikaya başvurmak, bulunduğumuz sendikaları sorgulamak, haklarımızı bilmek ve tüm tehdit ve tehlikeleri önleyecek mekanizmalar inşa etmemiz gerekmektedir.

Devlete ve sermayeye karşı sendikalarımızda söz ve karar sahibi olabilmeyi sağlamalıyız. Katliam sonucu ölen arkadaşlarımızın sorumluluğu ve onların mirası artık üzerimizde, mücadelemizde. Köy köy, mahalle mahalle, işyeri, işyeri komitelerimizi büyüteceğiz. Sendikaları, işyerlerini ilerde ülkeyi birlikte karar alıp, birlikte yöneterek düzelteceğiz. Ancak o gün bizim günümüzdür diyebiliriz kardeşlerimiz!

Biz birbirimizden güç alırız, kendi birliğimiz dışında başka hiçbir güce inanmayız. Patrondan, sermayeden, devletten bağımsız; meşruluğunu kendi haklılığından alan bir yol açacağız. Fiili ve meşru mücadelemizle sömürü cenderesine karşın birlikte düşünmeye, örgütlenme olanaklarını üretmeye, bütün olanaksızlıklarda cüretle ve onurla duran maden işçilerinin birliğiyle, bu gücü yaratmak için hazırız!

Kaybettiğimiz ölümsüz önderlerimiz Tahir Çetin ve Ali Faik İnter’in bize bıraktığı mücadele mirasıyla, onların yolunda yürümeye devam edeceğiz. Tüm madenci kardeşlerimize bin selam olsun.

Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız!

BAĞIMSIZ MADEN İŞÇİLERİ SENDİKASI”

4 Aralık Dünya Madenciler Günü:Madenciler için iş güvenliği, insanca yaşanabilir ücret, aileleri için adalet, avukatları için özgürlük..

Dayanışma Yaşatır!
Yeraltında Emek, Yeryüzünde Adalet İçin!
Bu topraklarda maden ocakları yalnızca kömür, altın, bakır çıkmadı; yüzyıllardır emekçinin kanını, terini ve hayatını çekip aldı.
Bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü, isimlendirilmiş bir “kutlama” günü değil; ölümleri durdurmak, adaletsizliği yarmak ve sermaye düzenini değiştirmek için bir haykırıştır.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin verileri ortadadır:
Bu yılın ilk 11 ayında ölen 1.956 işçiden en az 43’ü madencidir.
Son beş yılda 400’den fazla madenci, iş cinayetlerinde toprağa verilmiştir.
Her ölüm “kaza” değil, politikanın, ihmalin, denetimsizliğin ve kâr hırsının imzasıdır.
2020’de 61, 2021’de 70, 2022’de 105, 2023’te 51, 2024’te 75 madenci…
Rakamlar artıyor, sorumlular aklanıyor, ocaklar göçüyor.
Amasra’da grizu patladı, 42 işçi öldü.
İliç’te siyanürlü atık dağı çöktü, 9 işçi yaşamdan koptu.
ÇED’i onaylayanlara “kovuşturmaya yer yok” dendi.
Bu düzen, maden değil ölüm üretiyor.
Bu ülkenin hafızası katliamlarla doludur:
Kozlu, Karadon, Elbistan, Soma, Ermenek, Şırnak…
Her biri aynı gerçeği haykırıyor:
Cezasızlık sürdükçe ölüm sürer. Taşeron düzeni sürdükçe mezar büyür.
Ve en büyük yara:
Soma’da 301 işçinin canını alan katliamın sorumluları bugün özgür;
o işçilerin avukatları ise cezaevinde.
Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı, taşeronlaşmaya, güvencesizliğe, ölüm siyasetinin kurumsallaşmasına karşı işçilerle omuz omuza durdukları için Silivri’dedir.
Bu, adaletin değil düzenin hükmüdür.
Bu, politikanın değil sermayenin yasasıdır.
4 Aralık, yalnızca bir anma günü değildir; hesap sorma, yüzleşme ve mücadele günüdür. Madenciler hâlâ yaşamları pahasına üretirken, sektör hâlâ özelleştirmelerin, taşeronlaşmanın, güvencesizliğin ve denetimsizliğin elinde. Her yıl yüzlerce madenci ölürken “fıtrat” söylemi tekrarlanıyor; ama adaletsizlik hiç değişmiyor.
Bugün madencinin tek talebi daha fazla ücret değil; sağ salim evine dönebilmek.
Toplumun talebi ise açık: Ne yeraltı karanlığında ölüm ve cezasızlık kader değildir.
4 Aralık Dünya Madenciler Günü, bu ülkede yeraltından yükselen adalet çağrısını bir kez daha duyuruyor:
Madenciler için iş güvenliği, insanca yaşanabilir ücret, aileleri için adalet, avukatları için özgürlük istiyoruz.

 

Engelliliği Üreten Düzeni Değiştirmek İçin

3 Aralık Dünya Engelliler Günü, yalnızca farkındalık yaratmanın değil, engelli bireylerin eşit, özgür ve onurlu bir yaşam sürmesi için toplumsal ve siyasal sorumluluklarımızı hatırlamanın günüdür.
Engellilere erişilebilir, güvenli, kapsayıcı yaşam alanları yaratmak; eğitimden sağlığa, istihdamdan sosyal yaşama kadar tam katılımı sağlamak sosyal hukuk devletinin en temel yükümlülüklerindendir.
Unutulmamalıdır ki savaşlar ve işgaller, milyonlarca insanı sakat bırakan, yaşam boyu süren fiziksel ve psikolojik engellere neden olan en yıkıcı toplumsal felaketlerdir. Kapitalizmin vahşi sömürüsü sonucu iş kazaları engelli insanlar üretmektedir.
Bu yüzden barıştan, eşitlikten insanın insanca yaşayacağı bir toplumsal düzen, engelliliğin üretilmesini durdurmanın da en etkili yoludur.
Engellilerin haklarını savunmak, savaşa, işgale ve kapitalizme karşı durmaktan sosyal, ortakçı, demokratik, adil ve barışçıl bir toplum inşa etmekten geçer.
Savaşa hayır! İşgale hayır!
Eşitlik, erişilebilirlik ve barış içinde bir yaşam için…

Yağmur Altında Bütçe İsyanı: İzmir’den Yükselen “Genel Direniş” Çağrısı

Sermayenin Bütçesine Karşı Halk İçin Bütçe, Demokratik Türkiye

TBMM’de 2026 yılı bütçe görüşmeleri sürerken  Eski Sümerbank önünden İzmir Cumhuriyet Meydanı’na yapılan yürüyüş ve yapılan KESK mitingi, sadece bir sendikal eylem değil; sermaye yanlısı bütçe politikalarına, büyüyen yoksulluğa ve otoriterleşen rejime karşı biriken toplumsal öfkenin dışavurumu olarak okunmalı. Yağmura rağmen meydanı dolduran binlerce emekçi, “Halk için bütçe, demokratik Türkiye” sloganını, iktidarın ekonomik programının sınıfsal karakterine karşı politik bir itirazın şiarı haline getirdi.

Konuşmalarda altı çizilen temel nokta, bütçenin “teknik” bir mali plan değil, bizzat sınıfsal tercihlerle şekillenen siyasal bir belge olduğu gerçeğiydi. KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak’ın vurguladığı gibi, bütçenin gelir tarafı esas olarak emekçilerin sırtına yüklenen dolaylı vergilere dayanıyor; gider tarafı ise yandaş holdinglere teşvik, faize kaynak transferi ve savaş-güvenlik harcamaları üzerinden sermayeye çalışıyor. Bu nedenle mitingte sıkça dile getirilen “Ege’nin bütçesi değil, sermayenin bütçesi” ifadesi, iktidarın “bölgesel kalkınma, istihdam, yatırım” söylemini boşa düşüren bir teşhir işlevi gördü. Orman yangınlarına, depremlere ve derinleşen kamu yatırımı eksikliğine rağmen Ege’ye gerekli payın ayrılmaması, çevre mücadelesi, yaşam hakkı ve emek mücadelesinin aynı bütçe politikası ekseninde kesiştiğini gösteriyor.

Mitingin ana şiarlarından “Geçinemiyoruz”, artık sıradan bir şikâyet değil, yoksulluğun yönetilebilir olmaktan çıktığı bir eşiğe işaret ediyor. Başak Edge Gürkan’ın konuşmasında öne çıkardığı kiraların asgari ücreti aşması, maaşların sağlıklı beslenmeye yetmemesi, tencerenin kaynamaması gibi unsurlar; krizin soyut rakamlardan ibaret olmadığını, gündelik hayatın en temel alanlarında bir çöküş olarak deneyimlendiğini somutlaştırdı. Yoksulluk, “küresel kriz” ya da “döviz dalgalanması” gibi muğlak gerekçelere değil; sermayeden çok emekten alınan vergilere, zenginleri kayıran bütçe tercihlerine bağlandı. Toplanan her 100 liralık verginin çok küçük bir kısmının sermayeden, ezici çoğunluğunun emekçi sınıflardan alınması, meydanda yankılanan “vergi adaletsizliği” bilincinin maddi zeminini oluşturuyor.

Bir diğer kritik vurgu, bütçenin kimler için yapılmadığıydı. Kadınlara, gençlere, kamusal sosyal politikalara ve afet önlemlerine ayrılmayan kaynaklar; tasarruf söylemi eşliğinde kısılan kamusal hakların bedelini halka ödetiyor. Deprem ülkesi olan Türkiye’de afet hazırlığına, her yaz yaşanan orman yangınlarına karşı önleyici yatırımlara bütçe ayrılmaması; sağlıkta randevu krizinden eğitimin niteliksizleşmesine kadar uzanan geniş bir alanda, sermaye yanlısı büyüme modelinin toplumsal maliyetini açığa çıkarıyor. Bütçe, bu anlamda, hak gasplarının kâğıt üzerindeki adı haline geliyor.

Mitingin politik çıtasını yükselten unsurlardan biri de “Genel grev, genel direniş” çağrısının açık ve ısrarlı biçimde dile getirilmesiydi. Bu çağrı, sıradan bir miting sloganı olmaktan öte, emek hareketinin önümüzdeki döneme dair stratejik yönelimini işaret ediyor. “Hiçbir kuruma, kişiye, sınıfa yalvarmayacağız” vurgusu, devletin lütfuna, seçimden seçime dağıtılan umut kırıntılarına yaslanan çizgilere mesafe koyuyor. Emekçilere, haklarını bir ihsan değil, örgütlü mücadeleyle “söküp alma” perspektifi öneriliyor; bu da sınıf hareketinin özneleşme iddiasını güçlendiriyor.

Temel Conta işçilerinin 355 gündür süren grevinin ve Digel işçilerinin 317 gündür devam eden sendikal hak mücadelesinin kürsüye taşınması ise bu stratejik hattı somutluyor. Bir yandan sermayenin sendikal örgütlenmeye karşı ne kadar inatçı ve sistematik bir saldırı yürüttüğünü gösteren bu direnişler, diğer yandan “yılmadan, geri adım atmadan” sürdürülen mücadeleler olarak emek hareketine moral ve deneyim aktarıyor. KESK’in bu direnişleri sahneye çıkarması, bütçe mücadelesini yalnızca kamu emekçileriyle sınırlamama; metalden tekstile, daha güvencesiz sektörlere uzanan ortak bir sınıf zemini kurma iradesini ifade ediyor.

Mitingin bileşenleri de bu genişleme eğilimini doğruluyor. TÜMTİS, TMMOB, İzmir Barosu, Tabip Odası, emekliler platformları ile Emek Partisi, TİP, Sol Parti, TÖP, DEM Parti gibi siyasal odakların alanda yan yana gelmesi; bütçe tartışmasının giderek bir “rejim tercihi” tartışmasına dönüştüğünü gösteriyor. “Vergide adalet”, “Çetelere değil emekçiye bütçe”, “İş, ekmek, özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları, ekonomik krizin alım gücü kaybının ötesinde; faşist uygulamaların , hukuksuzluk, savaş politikaları ve yağma düzeniyle iç içe geçmiş bir rejim krizi olarak kavrandığını yansıtıyor.

KESK’in “Halk için bütçe, demokratik Türkiye” şiarı, ekonomik taleplerle demokrasi mücadelesini birbirinden koparmaya çalışan liberal yaklaşımdan farklı bir yerde duruyor. Hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve sendikal haklar olmadan emekten yana bir ekonomik programın da mümkün olmayacağı vurgulanıyor. Türkiye’nin düşük ücretli, güvencesiz emek cenneti olarak küresel sermayeye bağlanmasına yönelik eleştiri, bütçe mücadelesini anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir perspektifle buluşturuyor.

Yoğun yağmura rağmen Cumhuriyet Meydanı’nın dolmuş olması, mitingin moral-politik gücünü artıran simgesel bir ayrıntı. İktidarın “sokak bitti, muhalefet dağıldı” söylemi karşısında, yağmur altında yürüyen ve slogan atan binlerce emekçi, fiilen başka bir tablo çiziyor. Geniş Merdiven konseriyle sonlanan miting, öfke ve itirazla dayanışma ve ortaklaşmanın iç içe geçtiği politik-kültürel bir buluşma işlevi gördü.

Sonuçta İzmir’deki “Halk için bütçe, demokratik Türkiye” mitingi; sermaye yanlısı bütçeye, yoksullaştırmaya, vergi adaletsizliğine, kamusal hak gasplarına, sendikal saldırılara, faşizmin tahkim edilmesi  ve savaş bütçesine karşı sınıfsal bir itirazın kolektif ifadesi olarak görülmeli. Temel Conta ve Digel işçilerinin direnişleri, bu mücadelenin sürekliliğini; “Genel grev, genel direniş” ufku ise gelecekte daha örgütlü ve bütünlüklü bir mücadele hattının mayalandığını haber veriyor.

İzmir’de 165 Kurumdan Büyükşehir Belediye Başkanlığına Uyarı. Basmane Çukuru Kamunun. Sermayeye Peşkeş Çekilemez. Gökdelen istemiyoruz.

 

İzmir’de siyasi partiler, meslek odaları, sendikalar, kitle örgütleri, çevre örgütleri ve dostluk–dayanışma kurumlarından oluşan 165 kurum, kamuoyunda “Basmane Çukuru” olarak bilinen ve kentin merkezinde yer alan tarihi bölgenin yeniden yapılaşmaya açılmasına karşı Basmane Çukuru önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Yıllardır atıl durumda tutulan Basmane Çukuru için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) ile varılan yeni mutabakat sonrası hazırlanan planın İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi gündemine taşınması, kent bileşenlerinin tepkisine yol açtı.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, kısa süre önce yaptığı açıklamada, alanın büyük bölümünün inşaata açılacağını şu sözlerle duyurmuştu:

“Basmane Çukuru denen bölge içinde bir taraftan TMSF’nin temsil ettiği 200 civarında iş insanı var. Onların haklarına karşılık yüzde 70’lik inşaat yaparken yüzde 30’luk kısmına da herkesin kullanacağı ve İzmir’in merkezi bir yerinde önemli ihtiyacı karşılayacak kültür merkezi yapılacak. Tiyatro ve konser salonu olacak. Kültür odaklarından birinin oraya yerleşmesini sağlayacağız. Vardığımız mutabakat budur. Protokol taslağı çalışıldı. Buna herkes ‘evet’ dedi. Şu an işimiz sadece imzaya kaldı. İmzayı attıktan sonra biz burayı TMSF’ye teslim edeceğiz. Onlar da inşaatlarını yapacak.”

Ancak 165 kurum, söz konusu mutabakatın gerçekte sermayeye yeni bir alan açma protokolü olduğunu vurguluyor. Kurumlar, Basmane Çukuru’nda AVM benzeri ticari yapılar ve gökdelen türü yüksek binalar yapılması yönündeki her yaklaşımı kent suçu olarak gördüklerini açıkladı.

165 kurum adına basın açıklamasını okuyan Mimar ve ekolojist İlker Kahraman, alanın tarihsel olarak kamusal işlevler üstlendiğini hatırlatarak, bölgenin Kültürpark ile uyumlu, bütünüyle kamusal bir alan haline getirilmesini ve parselin tekrar kamuya devredilmesini talep etti. Kahraman, Basmane arazisinin tapu devrinin iptali için süren davanın önemine işaret ederek, alanın bütünüyle İzmirlilere iade edilmesi gerektiğini vurguladı.

“Basmane Çukuru’nda gökdelen istemiyoruz” pankartının açıldığı açıklama boyunca, sık sık “Söz, yetki, karar İzmir halkının”, “Basmane Çukuru halkındır, halkın kalacak”, “Sermayeye karşı omuz omuza”, “TMSF elini Basmane’den çek” sloganları atıldı. Eyleme çok sayıda siyasi parti, meslek odası, sivil toplum örgütü ve ekoloji örgütü temsilcisi katıldı.

Kurumlar, Basmane Çukuru’nun: geçmişte Ermeni Hastanesi, Otobüs Terminali, ESHOT Otobüs Garajı gibi kamusal işlevlerle kullanıldığını;Tarihi Kemeraltı Çarşısı ile Kültürpark arasında, sit alanlarının bitişiğinde yer aldığını; bu nedenle alanın tümden kamusal, yeşil ve erişilebilir bir kent mekânı olarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurguladı.

Basın açıklamasında, Basmane arazisinin kamudan koparılarak sermayeye devredilmesinin, plan değişiklikleri ve hukuksuz protokollerle ilerleyen sürecin, “kent suçları zinciri” oluşturduğu ifade edildi. Yüksek yoğunluklu ticari ve konut yapılaşmasının, hem Kültürpark’ın hem de Kemeraltı’nın tarihsel–kültürel bütünlüğünü tahrip edeceği uyarısında bulunuldu.

 

Açıklamanın ardından kitle, Basmane Çukuru’ndan yürüyüşe geçerek Kültürpark içindeki İzmir Büyükşehir Belediyesi binasına yürüdü. Burada, plan değişikliğinin ve TMSF ile yapılan protokolün iptali için hazırlanan dilekçeler belediye başkanlığına teslim edildi.

Açıklamanın tam metni  ve imzacı kurumlar şöyle:

BASMANE “ÇUKURU” KAMUNUNDUR

Günümüzde Basmane Çukuru olarak bilinen alan (Basmane Arazisi), kamuya ait bir yer iken 1997’de yerel yönetim olanaklarının, kamu yararına aykırı olarak ihlal edilmesi ile büyük oranda sermayeye teslim edildi.

Bu alan geçmişte Ermeni Hastanesi, ardından Otobüs Terminali, Eshot Otobüs Garajı gibi hep kamusal alan olarak kullanıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bir protokol ile kısmi olarak özelleştirilen, devamında yapılan plan değişiklikleri ve hak ihlalleri ile sürekli yargıya taşınan, itirazlara ve çeşitli kent suçlarına konu olan bir yer oldu.

Bir yandan çok geniş bir sit olan Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nın hemen bitiminde yer alan, diğer yandan 2. derece tarihi ve doğal sit alanı olan Kültürpark’ın da bir parçası konumundaki Basmane alanı parkla uyumlu olarak değerlendirilmelidir. Bu alanda Kültürpark ve Kemeraltı Çarşısının anlam ve önemini etkisiz kılacak şekilde işlevlendirilecek AVM gibi ticari yapı ya da yüksek bina yapılması yaklaşımlarını kent suçu olarak görüyoruz.

Basmane arazisi öncelikle İzmir halkınındır, kamunundur. Söz ve kararların şeffaf olarak İzmir halkının onayına sunulması gerekmektedir. Geçmişte hukuksuz bir şekilde sermayeye devredilen Basmane Arazisi tapusunun iptal ettirilerek, tamamı İzmirlilere ait olan arazinin tekrar İzmir halkına döndürülmesinin sağlanmasını talep ediyoruz.

Buradaki kamu hissesinin sermayeye devredilmesini kabul etmiyoruz. Devam eden “Tapu Devri İptal Davası’nın” sonucunun olumlu olmasını ve parselin tekrar kamuya devredilmesini bekliyoruz.

Yukarıdaki istemlerimizin hayata geçmesi için biz aşağıda imzası olanlar gereğinin yapılmasını talep ediyoruz.  27.11.2025”

Eki: 165 İMZACI KURUM LİSTESİ

İMZACI KURULUŞLAR

1             10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği

2             Alsancak Hareketi Derneği

3             Amazonlar ve Titanlar Sanatçılar Platformu

4             Arya Kamalı Uluslar Arası Kültür Sanat Merkezi

5             Askerî Darbelerinin Asker Muhalifleri Derneği(ADAM-DER)

6             Ata Soyer Sağlık ve Politika Araştırmaları Derneği

7             Avrasya Derneği

8             Bağımsızların Umudu Platform

9             Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası 6 No.lu İzmir Şube (HABER-SEN )

10           Batıder Kültür  ve Sosyal Yardımlaşma Derneği

11           Bayraklı Kulalılar Derneği

12           BEKEV ( Buca Evka1 Kadın Kültür ve Dayanışma Evi Derneği)

13           BORKAD Bornova Kadın Dayanışma Derneği

14           BTS Birleşik Taşımacılık Sendikası

15           Buca Cezaevini Özgürleştirme Platformu

16           Büro Emekçileri Sendikası (BES)

17           Can Kemik Hastalığı Derneği

18           Çağdaş Hukukçular Derneği

19           Çat-Lak Tiyatro Aktivistleri

20           ÇEKED Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri Derneği

21           Çocuk Zihinsel Engelli Derneği

22           Çocuklar İçin Felsefe Derneği

23           ÇÖYDER Çağdaş Özürlüler Derneği

24           DEM Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi

25           Demokrasi Dostluk Dayanışma Derneği

26           Deri Tekstil ve Kundura İşçileri Derneği

27           Dersimliler Derneği

28           Dersimliler derneği Bornova Şb.

29           Devrimci 78’liler Derneği

30           Devrimci Parti

31           Devrimci Sosyalist İşçi Partisi

32           DİSK Gıda Sanayi İşçileri Sendikası

33           DİSK İletişim İş Sendikası

34           Doğa Canlıları Yaşatma ve Dayanışma Kooperatifi

35           Dokuz Eylül Engelli Derneği

36           DYBD Dünya Yalnız Bizim Değil Platformu

37           Ege 78’liler Derneği

38           Ege Çevre Platformu

39           Ege Geriatri Derneği

40           Ege Su Platformu

41           EGEÇEP Ege Çevre ve Kültür Derneği

42           Ege’de Fark Yaratanlar Derneği

43           Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) 1Nolu Şube

44           Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) 2Nolu Şube

45           Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) 3 Nolu Şube

46           Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) 4 Nolu Şube

47           Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) 5 Nolu Şube

48           Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) 6 Nolu Şube

49           Eğitimciler Derneği Bayraklı Şb.

50           Eğitimciler Derneği İzmir Şb.

51           Emekçi Hareket Partisi

52           EMEP Emek Partisi

53           Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM )

54           Engelli Genç ve Kadınları Destekleme ve Eğitim Derneği

55           Engelsiz İzmir Derneği

56           Engelsiz İzmir Derneği Karaburun Şubesi

57           ESP Ezilenlerin Sosyalist Partisi

58           Eşit Yaşam Derneği

59           Farkında mısınız İklim Değişiyor Derneği

60           Foça Tarih ve Doğa Talanına Hayır Platformu

61           Galen Koro Derneği

62           Gör Bir Derneği

63           Gördesliler Derneği

64           Gülder Güzelbahçe Kültür, Çevre ve Güzelleştirme Derneği

65           Gültepe Kentsel Değişim Kültür ve Dayanışma Derneği

66           Hak İnisiyatifi Derneği

67           Halk Sanat Derneği

68           HALKEVLERİ

69           Halkların Köprüsü Derneği

70           Hasta Çocuk Evleri Derneği

71           HDK Halkların Demokratik Kongresi

72           Her Yer Çocuk Derneği

73           İHD İnsan Hakları Derneği

74           İHDG İnsan Hakları Gündemi Derneği

75           İmaca Dostluk Dayanışma Derneği İmece – Der

76           İzmir Atatürk Ormanını – Kültürpark’ı Koruma Ve Anıt Yaptırma Derneği

77           İzmir Barosu

78           İzmir Bayraklılılar Derneği

79           İzmir Böbrek Diyaliz Hastaları Derneği

80           İzmir Divriği Kültür ve Dayanışma Derneği

81           İzmir Film ve Televizyon Yapımcıları Derneği

82           İzmir Kadın Dayanışma Derneği

83           İzmir Kültür Sanat Antika Derneği

84           İzmir Müzisyenler Derneği

85           İzmir Müzisyenler ve Sahne Sanatçıları Derneği

86           İzmir Sağlık ve Hasta Hakları Derneği

87           İzmir Samsunlular Derneği

88           İzmir sinema kültür eğitim derneği

89           İzmir Siverekliler Derneği

90           İzmir Tabip Odası

91           İzmir Tüm Engelliler Eğitim, Kültür ve Dayanışma Derneği

92           İzmir Vegan Platformu

93           İzmir Yaşam Alanları

94           İzmir Yaşam Hakkı Savunucuları

95           İzmir Yeşil Gelecek Derneği

96           İzmir Zihinsel Engelli Derneği

97           Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

98           Karabağlar Kent Konseyi

99           Karaburun Kent Konseyi

100         Kemeraltı Hayat Platformu

101         Kemeraltını Yaşatma Derneği

102         Kent ve Demokrasi Derneği

103         KESK Şubeler Platformu

104         Konak Kent Konseyi

105         Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat Sen )

106         Kültürlerarası Sanat Derneği

107         Kültürpark Platformu

108         Limontepe Kentsel Dönüşüm Derneği

109         Meme Kanseri Savaşım Derneği

110         Mor Dayanışma Merkezi

111         Mustafa Tamer Stratejik Araştırmalar Vakfı

112         Mülkiyeliler Birliği İzmir Şb.

113         Narlıdere Briç İhtisas Spor Kulübü

114         ODTÜ Ege Mezunlar Derneği

115         Onbeşler Birlik Dayanışma Bilim ve Kültür Derneği

116         Öğrenci Veli Derneği İzmir 2’nolu şube

117         ÖVDER Tüm Öğrenci Velileri Derneği

118         Özgür Yaşam Eğitim ve Dayanışma Derneği

119         Özgürlükçü Hukukçular Derneği

120         Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Bornova Şubesi

121         Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İzmir Bileşenleri

122         Polen Ekoloji

123         Roman Kültürü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

124         Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) 1 No.lu Şb.

125         Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) 2 No.lu Şb.

126         Sağlık, Eğitim, Araştırma ve Geliştirme Derneği

127         Selanikliler Derneği

128         Sokak Emekçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

129         Sokak Sanatçıları Derneği

130         SOL Parti

131         Söz ve Eylem

132         SYKP Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi

133         Şefkatli Engelli Federasyonu

134         Şeyh Bedrettin Börklüce Mustafa Kültür Sanat Dayanışma Derneği

135         Tarım Orkam-Sen – Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası

136         TİP Türkiye İşçi Partisi

137         TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi

138         TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi

139         TÖP Toplumsal Özgürlük Partisi

140         TSİP Türkiye Sosyalist İşçi Partisi

141         Tüketiciyi Koruma Derneği İzmir Şubesi

142         Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası 1 no.lu Şube

143         Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası 2 no.lu Şube

144         Tüm Ege Engelliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

145         Tüm Emekliler Sendikası 2021 Narlıdere

146         Tüm Emeklilerin Sendikası Bornova Şb.

147         Tüm Emeklilerin Sendikası Buca  Şb.

148         Tüm Emeklilerin Sendikası Dikili  Şb.

149         Tüm Emeklilerin Sendikası Foça  Şb.

150         Tüm Emeklilerin Sendikası Karşıyaka Şb.

151         Tüm Emeklilerin Sendikası Konak Şb.

152         Tüm Emeklilerin Sendikası Seferihisar Şb.

153         Tüm Emeklilerin Sendikası Tire Şb.

154         Tüm Engeller Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

155         Tüm Engelliler Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi

156         Tüm Engelliler Derneği

157         Tüm Engelliler Federasyonu

158         Tüm Engelliler Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

159         Türkiye Gazeteciler Sendikası

160         Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir Temsilciliği

161         Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Derneği

162         Viranşehir Ceylanpınar Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

163         Yeşil Sol Parti

164         Yeter ki İyilik Olsun Derneği

165         Yol, Yapı, Altyapı, Tapu ve Kadastro Emekçileri Sendikası YAPI YOL SEN

 

 

 

 

 

 

 

Hakan Tosun’un Kamerası Hala Kayıtta. Hakan Tosun’a Ne oldu? Hakan Tosun’un Katilleri Bulunsun Hesap Sorulsun!

İzmir Alsancak’ta, Mimarlık Merkezi’nin dar koridorlarına sığmayan bir soru yankılandı gün boyu:

“Hakan Tosun’a ne oldu?”

Cevabı hâlâ resmi kayıtlarda yok. Ama ailesinin, dostlarının, meslektaşlarının yüreğinde tek bir cümlede düğümleniyor:

“Hakan Tosun’un katilleri bulunsun, hesap sorulsun.”

“Hayat Var”: Hakan’ın objektifinden kalan izler

26 Kasım Çarşamba günü, ekoloji ve hak mücadelesinin izini süren, bu yıl aramızdan koparılan gazeteci Hakan Tosun, İzmir Alsancak’taki Mimarlar Odası İzmir Şubesi Mimarlık Merkezi’nde anıldı.

Anma, Hakan’ın hayatla kurduğu bağı en iyi anlatan yerden, yani gözünden başladı:

“Hayat Var: Hakan Tosun Fotoğraf Sergisi” ile.

Duvarlara asılı kareler, yalnızca birer fotoğraf değildi. Validebağ’dan Akbelen’e, Bergama’dan Kültürpark’a, Çeşme’den kent meydanlarına uzanan direnişlerin sessiz tanıklarıydı. O karelerde hem bir ağacın gövdesi, hem bir işçinin yüzündeki çizgiler, hem de bir annenin öfkeyle karışık umudu vardı.

Hakan, yalnızca haber yapan biri değildi.

O, insan haklarını ve doğayı aynı kadrajda savunan bir gazeteciydi. Fotoğraf ve videolarında; kolluk kuvvetleriyle çevrelenmiş bir orman, dozerlerin gölgesinde kalmış köylüler, gözaltı otobüsünün camına vuran bir el ve gökyüzünü kurtarmaya çalışan eller yan yanaydı.

Belgesel gösterimleri, şarkılar, şiirler ve anılarla dolu bu etkinlik, Hakan’ın yalnızca nasıl öldüğünü değil; nasıl yaşadığını da hatırlatmak içindi.

“Hakan’ın kamerası hâlâ kayıtta”

Serginin ortasında, Hakan’ın çektiği fotoğrafların arasında söz alan ablası Özlem Tosun, kelimeleri zorlayarak konuştu:

“Hakan’ın ardından konuşmak çok acı…

Hakan için adalet talebiyle buradayız.

Adaletin yerine getirilmesini istiyoruz.

Hakan tek başına mücadele verdi belki ama şimdi arkasında biz varız.

Hakan’ın kamerası hâlâ kayıtta ve biz de onun sesi olmaya devam edeceğiz.”

Bu cümle, salonu dolduran herkesin boynuna bir sorumluluk gibi asıldı. Hakan’ın durduğu yer, artık yalnız ona ait değil; hepimize devredilmiş bir nöbet gibi.

Kim bu kalabalık? Yarım kalan sözleri tamamlamaya gelenler

Anma yalnızca bir aile buluşması değildi; aynı zamanda hak ve adalet mücadelesinin buluşmasıydı.

Etkinliğe; Karabağlar Belediye Başkanı Helil Kınay, İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak, İzmir Tabip Odası Başkanı, Siyasi Partiler,  kitle örgütleri, çok sayıda Çevre örgütleri  temsilcileri ve üyeleri yurttaşlar katıldı.

Sergi salonunda konuşan Karabağlar belediye Başkanı Helil Kınay, aslında herkesin dilindeki soruyu tekrar etti:

“Herkes ‘Hakan Tosun’a ne oldu?’ diye soruyor.

Bu kalabalıkların hepsi yarım kalanların sözlerini tamamlamak için.

‘Ne oldu’ sorusunu sormak ve cevabını almak gibi bir borcumuz var.

Sesimizi tek yumruk olarak büyütürsek, cevaplarımızı da alacağımız, hesabını da soracağımız başka buluşmaları gerçekleştireceğiz.”

Bugün sorulan “Hakan Tosun’a ne oldu?” sorusu, yalnızca bir gazetecinin ölümüyle ilgili değil;

Türkiye’de adalet mekanizmasının, hak mücadelesinin, basın özgürlüğünün, ekoloji direnişinin durumuna dair bir soru.

Hakan dakikalarca dövülerek öldürüldü

Etkinlikte, Hakan’ın fotoğraflarından oluşan sergiyi gezenler; ardından Hakan Tosun’un video haberlerinden hazırlanan belgeseli izledi.

Sonra söz, Hakan’ın ablası Özlem Tosun ve avukatı Onur Cıngır’a geçti.

Avukat Cıngır, yalnızca bir hukukçu gibi değil, Hakan’ı tanıyan biri olarak konuştu. Soruşturmadaki eksiklikleri tek tek sıraladı ve şunları söyledi:

“Hakan herhangi bir şekilde ölmedi; dakikalarca dövülerek öldürüldü.

“İlk altı gün boyunca Hakan’ın kimliği ve çantası “bulunamadı”.

“Fotoğraf makinesi hâlâ kayıp; altı gün sonra bulunan çantanın da aslında ilk dakikadan itibaren hastanede olduğu ortaya çıktı.

“Dosya, ciddi eksikliklerle ilerliyor;

iki kişi tutuklu ama dosyada üçüncü bir fail daha var.

‘Bu üçüncü kişi kim?’ sorusu hâlâ cevapsız.

“Avukatlar, dosya için iki farklı resmi dilekçeyle, 27 ayrı talepte bulundu; bunların yalnızca birkaçı dikkate alındı.

“Çıkmayan görüntüler, ortaya çıkmayan deliller ve tamamlanmayan soruşturma adımları var.

“Cıngır, bu dosyanın yalnızca bir cinayet davası değil, aynı zamanda Türkiye’de adalet mekanizmasının turnusol kâğıdı olduğunu vurguladı:

“Bu dosya Türkiye’deki adalet mekanizmasında önemli bir mihenk taşıdır.

Biz sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.

Bu karanlık kalan kısımlarından kalan deliller ortaya çıkana kadar çalışacağız.”

İddia açık ve sert:

Hakan’ın ölümü bir “olay” değil, sistemli bir şiddet sonucu gerçekleşen bir katliam.

Ve bugün sorulan soru daha da berraklaşıyor:

Hakan Tosun’u kimler, neden hedef aldı?

Bu cinayetin arkasında Hakan’ın yaptığı haberler mi var?

Ve en önemlisi: Hakan Tosun’un katilleri neden hâlâ sokakta?

“Hakan’ın kamerası hâlâ kayıtta”: Bir simgeye dönüşen cümle

Etkinlikte söz alan KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak ve İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, Egecep Eş sözcüsü Arif  Ali Cangı ve diğer konuşmacılar  da aynı cümleyi tekrar etti:

“Hakan’ın kamerası hâlâ kayıtta.”

Bu cümle, artık ekoloji mücadelesiyle, hak ihlalleriyle, sokak eylemleriyle, adliye koridorlarındaki bekleyişlerle bütünleşen bir simge haline geliyor.

Hakan’ın objektifi, Validebağ Korusu’ndaki ağaçlara,  Akbelen’de direnen köylülere, Bergama’daki altın madenine, Kültürpark’ın betonlaştırılmasına, Çeşme’nin kıyılarındaki talana dönüktü.

Bugün aynı kamera, adalet arayan gözler olarak devam ediyor.

Sanatçılar sahnede, söz adalette

Anma yalnızca konuşmalarla sınırlı kalmadı.

Sergi salonunda Levni Band ritim dinletisi yaptı; salonun duvarlarına vurulan ritimler, adalet talebiyle birleşti.

Etkinliğe destek veren sanatçılar arasında: Geniş Merdiven, İlkay Akkaya, İlker Kılıçer, Kasım Taşdoğan, Latif Tiftikçi, Levni Band, Moleni,  Praksis, Halkların Korosu,  Özcan Yaman, Özgür Başkaya, Tuğrul Keskin vardı.

Türküler, şarkılar, şiirler…

Hepsi tek bir cümleye bağlandı:

“Hakan Tosun’un katilleri bulunsun, hesap sorulsun.”

Bir gazetecinin ölümünün ötesinde: Ekoloji ve hak mücadelesine açılan dosya

Hakan Tosun’un dosyası, yalnızca bir ceza davası değil.

Bu dosya;

Ekoloji mücadelesinin kriminalize edilip edilmediği,

Gazetecilerin, özellikle de sokağın, direnişin, doğanın,  gazetecilerinin ne kadar güvende olduğu,

İşkence ve ağır şiddet iddialarının nasıl soruşturulduğu,

Kayıp delillerin, kaybolan görüntülerin, geciktirilen işlemlerin nasıl “normalleştirildiği” sorularını önümüze koyuyor.

Hakan’ın ölümü, yalnızca bir insanın aramızdan gitmesi değil, toplumun hafızasından bir tanığın eksiltilmesi anlamına geliyor.

Kamerasıyla hakikati kayda alan, doğaya ve insana yapılan kötülüğü belgeleyen biri, şimdi adalet arayan bir dosyaya dönüşmüş durumda.

Hakan Tosun’a ne oldu?

Bugün Alsancak’ta sorulan soru, yarın başka meydanlara da taşınmak zorunda:

Hakan Tosun neden dakikalarca dövülerek öldürüldü?

Bu şiddetin tüm failleri neden hâlâ ortaya çıkarılmadı?

Kayıp deliller, çıkmayan görüntüler, eksik işlemler kimin sorumluluğunda?

Hakan’ın ablası Özlem Tosun’un sözleri, aslında bu soruların cevabı gelene kadar sürecek mücadelenin özeti gibi:

“Hakan tek başına mücadele verdi belki ama şimdi arkasında biz varız.”

O “biz”; aile, dostlar, meslektaşlar, çevre örgütleri, sendikalar, barolar ve adalet isteyen herkes.

Son söz değil, başlangıç: Hesap sorulana dek…

Alsancak’taki anma, bir “veda” değildi.

Tam tersine, hesap soruluncaya dek sürecek bir adalet mücadelesinin yeniden ilanıydı.

Bugün, Hakan Tosun’u fotoğraflarıyla, belgeselleriyle, şarkılarla, şiirlerle andılar.

Yarın, adliye önlerinde, meydanlarda, ekoloji alanlarında, haber merkezlerinde anacaklar.

Çünkü soru hâlâ ayakta:

Hakan Tosun’a ne oldu?

Ve bu soruyu soranlar, şunu da ekliyor:

Hakan Tosun’un katilleri bulunsun, adalet yerini bulsun, hesap sorulsun.